İstanbul Boğazı... İçinden deniz geçen şehrin hikâyesi bu medeniyetin bağrında saklı sanki... Ahmet Hamdi Tanpınar'a göre şehr-i İstanbul'un kıyafetidir Boğaz: "Onun kendisine seçtiği elbiseye bürünürler. Bu bazen bir musikinin sırmadan hilatı olur bazen sadece mehtabın sarı gülleridir bazen yaşayan günün dilde ve damakta dolaşan lezzeti veya dört bir taraftan semt ve mahalle adlarının hayalimize birbiri ardınca sunduğu hatıralardır."
Geleneğe göre Boğaz'ın dört manevi bekçisi vardır: Üsküdar'da Aziz Mahmud Hüdayi Beşiktaş'ta Yahya Efendi Beykoz'da Yuşa Aleyhisselam ve Rumeli Kavağı'nda Telli Baba. Bu dört ulu insan bugün bile konuşmaya devam ediyorlar. O yüzden bizden çok zaman evvel yaşamış bu kişilerin hayatlarına kendi dünyamızdan kulak kabarttığımızda bir rayiha serinliğindeki hikâyelerinin tazeliğine bakıp şaşıyoruz. Belki de ruhumuzun hüviyetini bu seslere dokundukça yeniden tanımladığımız için geçmişi fethetmenin hazzını ardından rüyaların dalgınlığını yaşıyoruz. Milyonluk şehir İstanbul'da bin bir meşakkatle türbesini ziyaret edenler münevver kabrine bir Fatiha okumak için gelenler hep aynı duygu tayfının içinde aslında.
Boğaziçi medeniyeti şifahi bir kültür demek değil mi? Orada mazinin diriltici saflığı gökyüzü kadar parlaktır. Dolayısıyla burada hayat bulmuş öyküler uyku değil halen devam eden bir rüya ki ara ara zamanın perdesini sıyırıp; karşımıza çıkan dejavular hakikat denizinde seyahat etmemizi sağlayan "sessiz gemi"ler aslında.
Samet Altıntaş İstanbul şehir kitaplığında bir ilke imza atıyor. "Boğaz'ın Dört Muhafızı"nı elinizdeki çalışmada bir araya getiriyor. Ve bir tarihçi olarak geçmişi yeniden inşa ediyor.