"Yaşı yoktur toprakla tanışmanın. Doğarsın memeyi emip de doydun mu anan peştamalına koyuverir seni. Anan kazma çapa sallarken o peştamal farksızdır evdeki tavandan sallanan beşikten. Bir de kazmanın çapanın ninnisi vardır ki... Sonra büyürsün ama toprakta. Ona belenmiş ona bulanmış. Tırnaklarının içi ilk kez toprakla tanışır. İlk oyuncağındır toprak. Azıcık büyüyüp de kendini bildiğin vakit artık topraktan aş çıkarma zamanıdır senin için. Aklın ermez çalışmaya ama anan ablan çalışırken sen de oyalanıverirsin işte yaprakla böcekle. Çok geç olmadan senin beline de bağlarlar peştamalı. Ayağında kara lastiğinle bir de bakmışsın ki senden ağır küfe sırtında burnun toprağa değe değe dimdik patikaların zirvesindesin. Fındık küfesi yüklendikçe yüklenir henüz daha büyümemiş çocuk bedenine. Ta evin önüne getirip de şöylece devirmedikçe bir adım durur bir basamak doğrulursan küfenin ağırlığıyla yıkılıverirsin yere."
Doğar doğmaz mücadeleye düşen bir kadın düşünün. Yaşamın karşı koyulmaz zorluklarının fındık küfesi ağırlığıyla ezdiği bir çocuk bir genç kız ve nihayetinde bir anne olarak... Çocukluk yıllarını geçim derdiyle ailenin en küçük kız çocuğu olmanın dayattığı ötekileştirmeyle; gençlik yıllarını 68' hareketinin alev alev heyecanları ve hayal kırıklıklarıyla geçiren; 1980 darbesinin insan öğüten acımasızlıklarının süzgecinden geçen ve sonunda göğüs kanserini bile yenen bir kadının biyografik romanı kızının kaleminden satırlara dökülüyor.