Charles M. Schulz der ki mutluluk sıcacık bir köpek yavrusudur.
Hisarlı Ahmet der ki dünya dedikleri bir gölgeliktir.
Neşet Ertaş der ki bu oyun havası değil ya düğüne giden oynar. Aklı yetenler bu sırrı anlar aklı
yetmeyenlerin kusuruna bakılmaz.
Misket mızrak bozlak çatlak bir roman: Farfara.
Ankara kocaman bir patlak kâse onlar da ateşini almış patlamış mısır
o yana bu yana sıçrayıp duruyorlar.
Luki'nin romanı bu. Veya Madonna'nın veya Lucky'nin veya Matahari'nin;
kısaca itin tekinin.
Ne anasının başı kurtulduydu belâdan ne de yavrusunun kurtuldu.
Ne anasının ağına düşenler kurtarabildiydi yakasını aşktan
ne yavrusunun ağına düşenler kurtarabildi.
"Al sana bir yavru köpek. Oynaş eğleş!" deyip verdi Allah bunlara bir yavru köpek
o yavru köpek de tuttu bir güzel oynaştı alayıyla; dalgasını geçti.
Mücellâ... Tahsin Bey'in kaybıyla yıkılan kendini uykuyla iyileştirmeye çalışan
sitemkâr sır küpü bir Ankara hanımefendisi.
Gidip gidip bir milyoncuya yazılan Kocabeyoğlu Pasajında ne kadar döküntü tişört defolu pantolon varsa toplayıp toplayıp gelen dibinde mis gibi grosmarket dururken pazar pazar dolanıp yemek yapmasını bilirmiş gibi evi ucuz sebzeyle dolduran Olgunlar'ın korsan kitabına Yüksel'in uyduruk kol saatine cıncık boncuğuna meftun Bûse.
En sinirine giden şey: her şey!
Kemalettin... Kir pasak içinde ikide birde bitli horozlar gibi Buse'nin üstüne hoplayıp "Hadi beste yapalım canoş!" diye sulanan beceriksizler kralı.
Zil kapı tanımaz taksiciler belalı Batıkent efrâdı içi dışı sevgi kokan yosmalar tutkulu Ankara bebeleri.
Ve âlemin hayatını değiştiren pas lekeli sivri kafalı rugan gibi bir yağlı kayış. Luki.
Anasının kızı işte kuyruğunu sayma.
Kimi dürülü kimi bükülü kimi serili boklu sidikli gazetelerin arasından manevra yapa yapa maceradan sırra aşktan ölüme hayattan hayata bir roman: Farfara.
Şu çocuk bahçesinde oynayıp duruyoruz hepimiz koşup gideceğiz annemiz çağırınca.
Ne yapalım emir büyük yerden çağrıldın mı gideceksin.
O güne kadar yapacak bir şey yok oy farfara farfara!