İsmet iki aya yakın bir süredir Yedikule'nin karanlık kuyularının birinde tutuluyordu. Bir sabah zindanın kapısı büyük bir gürültüyle açılmıştı. Gardiyanlardan biri elinde
tuttuğu bir tepsi ile içeri girdi. İsmet tepsiye bakınca bunun dünya hayatında göreceği son yemeği olduğunu anlamıştı. Çünkü tepside her zamanki ekmek ve
çorbanın yanında kırmızı renkli bir şerbet konulmuştu. Feryat figan etmenin bir faydası yoktu. İsmet acele etmeden çorbaya doğradı. Yemeğini bitirdikten sonra
şerbeti de içti. Bu sırada gardiyan yanı başına paslı bir ibrikle su getirmişti. İsmet ibriği aldı ve ağır ağır abdestini tazeledi. Ardından sırtındaki hırkasını yere serip
iki rekat namazını kıldı. Ellerini nicedir göremediği semaya açtı. Uzun uzun dualar etti. Ayağa kalktığında gardiyan bir şeyler söyleyecek gibi oldu. Ancak İsmet fırsat
vermeden "Haydi...Gidelim!" deyince gardiyan aceleyle İsmet'in eli ve ayağını zincirledi. Böylece yola koyuldular. Yedikule'den At Meydanı'na kadar... En önde zinciri sırtlayan gardiyan peşinde İsmet muhafızlar onların da ardında elindeki
tokmağı davuluna vurup ortalığı ayağa kaldıran çığırtkan...
"Kim ki kıyar bir masumun canına Bakın görün ne geliyor başına..."