''Çiçeğim neden annen olsun istiyorsun?''
Duyduğu soruyla derin bir iç çekip başını Sevda'nın göğsüne yasladı küçük kız.
''Çünkü Kara Anne hastalığından kurtulmak istiyorum."
''Kara Anne mi?''
''Bilirsin işte canımcığım böyle okula annesiyle gelen bir arkadaşçığını gördüğünde başını eğersin ya hani. Sonra dudişlerin titrer. Gider kardeşçiğine sarılırsın. Kalbin ağrır mideciğin babacığın seni kucağında döndürmüş gibi olur. Of of! Allahçığım kar yağdırmamışsa da üşürsün işte.''
Kucağındaki kızın titremesiyle var gücüyle sarıldı ona. ''Sarılanların çok olsun'' deyip Sevda'nın kucağına iyice yayılan Çiçek devam etti: ''Babamcığım sizin anneniz var diyor. Aklım da biliyor annemciğimin olduğunu ama o cennette. Ben düştüğümde yerden kalkmak istemiyorum. Annemciğim yanıma gelip ellerimden dizlerimden öpsün istiyorum.''
Sevda da annesizliğin soğuk yüzüyle tanışıktı. Gece yatmadan önce ballı sütü yatağına gelmediğinden beri beslenme çantasına bütün domates ile bir parça peynir konduğundan beri diğer kız arkadaşlarının saçları örgülüyken onun saçlarının taralı bile olmadığı yaşlarından beri annesizliğin sızısını yüreğinde taşıyordu. Biliyordu ki baba bir ağacın dalları gibiydi; meyve vermese de gölgesi yeterdi ama anne o ağacın ta kendisiydi.
Belki de bu yüzden ''Sana anne diyebilir miyim?'' sorusuna verilebilecek en güzel cevaptı: ''Bana anne diyebilirsin.''