Byzantion'dan İstanbul'a uzanan heyecan yüklü bir serüven...
Sarayburnu'nda Atatürk heykelinin ayaklarının dibinde bir ceset Avuçlarında antik bir pere.... Ama ne bu ceset son kurban ne de bu antik para son sikke... Yedi kurban yedi hükümdar yedi sikke yedi kadim mekân. Ve tek bir gerçek: Bu şehrin gizemli tarihi.
"Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet'in minareleriydi görülen Ayasofya'nın kubbesi Topkapı Sarayı'nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış yıkılmamış kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç umutlu güzel...
İstanbul'a bakıyorduk denizden. Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk... Onların gözlerindeki kendi kederimize. Çaresizliğimize bakıyorduk avuçlarımızda büyüyen zavallılığa kanımızda filizlenen korkaklığa... Elimizden alman hayata bakıyorduk... Güneşli günlerimize umut dolu sabahlara eğlenceli bahar akşamlarına... Sönen anılarımıza bakıyorduk ölen hayallerimize yıkılan düşlerimize... Sönen anılarımızı ölen hayallerimizi yıkılan düşlerimizi yüklenip yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize... Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk..."