Batı Hıristiyan toplumu için Ortaçağ Roma Katolik Kilisesi'nin manevi hegemonyasının kuşattığı bir dönemi ifade etmektedir. Hakkında şüphe duymanın dahi günah ve suç sayıldığı papalık ve kilise kurumu tezgâhladığı dinsel kumpaslar ile yüzyıllar boyu cemaatinin hem ruhları hem de keseleri üzerinde egemen olmuştur. Bu istismara karşı çıkan pek çok kilise muhalifi kilisenin "sapkınları" yok eden gazabına uğrayarak ortadan kaldırılmıştır. XVI. yüzyılda bu kutsal sömürü düzenini tehdit etme cesaretini gösteren kişi Martin Luther'dir. Kendisi de bir ruhban sınıfı üyesi olarak Luther başlangıçta kilise kurumu içinde kalarak kiliseyi ıslah etme niyetinde olmuştur. Ancak sapkınlıkla suçlanınca kiliseyle köprüleri atarak yeni bir Hıristiyan akımını başlatmıştır. Roma kilisesinin mali sömürüsünden mustarip olan siyasi idarecilerin desteğiyle Luther kısa süre içinde Roma kilisesinin egemenliğini temelinden sarsmayı başarmıştır. Zamanla "Protestanlık" adıyla kurumsallaşan Luther'in reformasyon öğretileri Katolisizm sorununu bertaraf etme niyetinde olurken bu kez "protestanlaşma" sorununu doğurmuştur. Ayrıca Hıristiyan reformasyonu batılı bir dini tecrübe olarak ülkemizin politik ve ideolojik algılarını da derinden etkilemiştir.
Devletler toplumları bir araya getiren siyasî düzenin üst kurumudur. Bu kurumun sevk ve idaresiyle ilgili her tür eylem ise siyasî yapıyı oluşturur. Bu yapının esasına aykırı olan veya işleyişini tehdit eden her tür fiil ise siyasî suçtur. Suç ve ceza dengesi göz önünde bulundurulduğunda yakın tarihe kadar birçok siyasî rejim bu suç faillerine diğer suçlara oranla daha ağır cezalar öngörmüşlerdir.
Savaş hukukunu dahi merhamet esası üzerine kuran İslâm hukuku devleti yıkmaya yönelik olmadığı sürece siyasî otorite aleyhine olan her tür fikri yapıyı daha ilk yıllarından itibaren düşünce zenginliği olarak değerlendirmiş dünya üzerinde güçlünün haklı sayıldığı bu dönemlerde adî ve siyasî suç ayrımını yaparak siyasî suçlulara birtakım haklar bile tanımıştır.
İslâm tarihinde yaşanan siyasî dalgalanmalara rağmen ilahi otoritenin devlet yönetiminde ortaya koyduğu esaslar zulmü değil adaleti esas alan siyasî yönetimlere ideal aşılayan bir rehber görevi üstlenmiştir.