Bir ülke resmedin. İçerisinde çocuklar olmasına rağmen kan dökülen. Bir ülke düşünün. Çocukların masumluğu kanların bitmesinde etkili olamayacak kadar güçsüz olan. Bu ülkede kadın olduğunuzu farz edin sonra. İçerisinde güçsüz olanların yalnızca çocuklar olmadığı bu ülkede çocuğunu korumak için güçlü bir ruhu olan güçsüz bir kadın.
Böyle bir hanedanlıktı burası. İçerisindeki iller hanlıklarla yönetilirdi ve tüm bu hanlıkları başkentte bulunan imparator yönetirdi. Gel gör ki artık yönetilecek bir millet bile kalmamıştı doğru dürüst. Çinliler imparatorlukta daha yüksek makamlara öylesine göz dikmişti ki uzun yıllar komşu olduğu insanları bile gözden çıkarır olmuşlardı. Ne zaman ne olacağının belli olmadığı gibi imparator da bu konuda sadece seyirciliği üstlenmişti. Başımızda sabah akşam içen eğlence düşkünü bir imparator varken ülkedeki hiçbir düşman uyumuyordu tabii. Ama en çok da dost görünen düşmanlar uyumuyordu. Her an hazırlardı yakıp yıkmaya. Bu yüzden her il kendi güvenliği için Çinlilerin yaşadığı bölgelerin sınırında pusu kurmuĢ bekliyordu. Küçük kasabamızdan da neredeyse iki yüz baba oğul gitmişti. Bizim huzurumuz için kendilerini feda etmeyi onur olarak gören onlarca kahraman.
Onlar huzurumuz için savaşırken annemle bana her geçen gün biraz daha huzursuzluk çöküyordu. Ne gelen vardı ne giden... Yağmurlar geliyordu sadece. Gidenlerin eşlerinden ve kızlarından dökülen gözyaşlarını gizlemek için...