Çok sonraları anladı; dünyayı perdeleri açarak değil pencereleri kırarak görmek gerekiyordu. Hali hazırda acı yokken annesinin resimli altın günü tarifleri kitabından çokça malzeme toplayıp açlığını dindirecek şiirler yazdı kendine. Akşamdan kalma çay vardı kahvaltısında boşuna saklamıştı yalnızlığını ve yalnızlığın en kötü yanı annesinin yaptığı kurabiyelerin olmamasıydı. Yedi dalda yedi farklı çiçek yedi günde yedisi birden açtığında muhteşem bir hikâye başlayacaktı biliyordu. Bunun için oturup yarım kalmış hikâyelerin hepsine bir son yazdı ve onu ilk gördüğünde tüm sonlar başlangıcı oldu. Birlikte büyük laflar ettiler büyük lokmalarda.
"Bir de ben senin ciğerini biliyorum
Biliyorum da ciğerini seviyorum
Kızamıyorum."
mısralarıyla sonlanıyordu tüm kavgaları. Kuru gürültülerde kaybettiği pabuçlarından kendisi sorumluydu farkındaydı. Yatsıya kadar büyük bir yalan bulup getirebilseydi dilek şart kipinde yazılmayacaktı bu hikaye. Ki son deminde tadını alamadan yaşanıp bitti bu sevda silindi adamın ayak izleri sokaktan ve askıda kaldı ceketi yalnız sarhoş... Oysa cebindeki bütün zamanını verebilseydi adam kurabiye yapmayı öğrenecekti şaire adamın karnı doyacaktı onun hayalleri...
Zamanla giden yolcu peronlarındaki sızıları toplayıp arabesk dostlar edindi kendine. Tuza müptela açık yaralarını saramadılar ama birlikte dünyayı kurtaracak güzel sloganlar buldular çünkü "bütün aşıklar sazlarını kırmalıydı ördekler için." Hata değil olsa olsa suçtu yaptıkları dağıldılar. Ne hali varsa gördü şaire. Anneannesinin üç yıl önceki bayramdan kalma şekerleri gibi öylece duruyordu hayat karşısında. Kızdı şaire küstü ve nihayetinde en sevdiği şiirin içine saklanıp sobelenmeyi bekler oldu. Bu kitapta sizinle saklambaç oynamaya niyetlenmiş biri var ve onun şiirlerini anlatmak için tek bir şiir yetmez.
"Bir nisan akşamında yağmuru özlemek gibi
Uyku gibi
Annemin çorbası gibi.
Bir de sabah uyanıp da
Daha erken deyip tekrar rüya görmek gibi..."