ERZURUM'DAN MEDİNE'YE
Bir insanın ömrüne neler sığabileceğini kaderin insanı nerelerden nerelere sürükleyebileceğini bilmek bizler için mümkün değil. Erzurum'da küçücük bir köyde savaş şartlarının oluşturduğu yoksulluk ortamında talebe yetiştiren ne Emin Hoca Osman Hoca Yusuf Hocalar ne de ders okuyan Mustafa Çelebi Mevlüt Ülker Ali Ağırman İbrahim Altaş ... arkadaşları Hasan Çelebi'nin bir gün hepsinin belki gitmeyi arzu ettiği Medine'deki mübarek mescitlerin yazılarını yazacak kadar bir şöhrete kavuşacağını tahmin edemezlerdi... Ama aşk sevgi ve gayrete Allah'ın tasarrufatı eklenince her şey farklı olmaya başlıyor insan hayatında...
"Hikmetin ayakta kalması kalemledir"
Kalem kağıt ve yazı... Allah'ın insanlara en güzel hediyesi. Yazıyı sanat haline getirmek ise insanın Allah'a Allah kelamına olan sevgisinden kaynaklanıyor. Hattat kendini Allah'a veren amellerin hakiki müşterisi olarak ancak O'nu seçen ne yapmış ve ne yazmışsa O'nun adını yüceltmek rızasını kazanmak için yapandır. Hattat aşkını kamış kalem yoluyla kağıda döker. Neyzenin elinde ayrılık acısıyla inleyen kamış hattatın elinde vuslatın özlemiyle deli divane olup raks eder. Her hareketi O'nu anlatır. Kalem O'ndan izler bırakır geçtiği her noktaya.
Hattat yazıyı yazmaya başladığı andan itibaren ibadet halindedir adeta. Kamış kalem kağıdın üzerinde bir eli gökyüzüne bir eli yere açılmış pervane gibi dönen bir semazendir artık. Kalem yol alırken kağıt üzerinde zaman çoktan anlamını yitirmiştir. Dün bugün ya da yarın ... "Hiç" yazılırken bir hiçtir artık. Besmeleler göklerden inen "Anka Kuşu" gibidir. Derin sularda yüzer "vav" kayıkları... "Zaman" kıvrılır bükülür gelir el pençe divan durur hattatın önünde "edebyâ hû" diye...