Hayatı benzetecek bir şey bulunamaz bazen. Aklını zorlar yaratmaya çalışırsın bir şeyler. Fakat anlarsın ki; hüzün eşliğinde yoğunlaşan budur. Bulunduğun haldir. Çırılçıplak hayattır dikilen karşında.
Elbiseler uydurmaya çalışırsın fikirlerinle. Çıplaklığını örtmeye çalışırsın. Bir ceket önce omuzlarına atarsın çekiştirir büzer durursun. Fakat uymaz uyduramazsın. Böyle durumlarda çıplak bırakmaya gönlün el vermez. Zorlanırsın zorlarsın. Tüm gardırobunu karıştırırsın. Aklın yoktur ve çıplak bırakmaya karar kılarsın sonunda. Fakat bunun için de gereken gücün farkına varırsın. Bunun farkına varmanın ve varmamanın arasındaki uçurumu keşfeder ve o uçurumdan atlarsın.
Hayat çıplak kalır...
Atladığın yerden süzülürsün önce o kadar ağır alçalırsın ki bir süre tedirginlik yaşarsın; düşemeyecek miyim diye...
Fakat atlamaya karar verdiğin uçurumda tedirginliğin ile anlamaya başladığında yeni bir şeyin farkına varırsın ki; o da yavaş yavaş atladığın yere yaklaşmandır. Yaklaşırsın yükselirsin ve anlarsın ki defalarca gelip durduğun yer başlangıçtır. Hayatı yeniden doğuracağın ve hayatı sübyanlaştıracağın yerdir.
Artık önemsemezsin çıplaklığını çünkü o kadar giydirecek şey varken o kadar hayatın ruhu bürünmüşken şeylere bunu anlamaya başladığın nokta en fiyakalı kostümü olmuştur hayatın.
Fakat hayat hala çıplaktır nazarında...