"Sokak lambalarının altın sarısı şavkında ahmakıslatan; ağır ağır sedasız nur gibi yağıyordu mübarek. Tipi dolu ve hatta taş yağarsa ne fark eder ki? Kor bile yağsa bana mısın demezdi tarif edilemez bir isyanın doruğundaydı çünkü... Cubır: "Vay Kel Hiso... Sen çingeneyi bekçi yapmışlar bekçilik silahıyla ilk önce babasını vurmuş demek istiyorsun. Ama merak etme o işi analığım Hewes yaptı hem de silahsız. (Kahkahalar had safhadaydı.) Ve kendi kalibresinde dev gibi bir adamla evlendi gitti. Bekçi olursam eğer babam olmadığına göre belki de seni vururum." Ağıt yakan bir anne: "Oyyy bu ne iştir ya Rabbim!.. Benim bildiğim savaşlar kanlı geçer buzlu değil!... Baksanıza kınalı kuzumun kanı bile beyaza benzer akmamış damarlarında öylece duruyor..." deyip yürekleri dağlıyor isyan ediyordu... Remzi'nin kafası böylesine karma karışık iken ve bedeni bir anaforun içerisinde yuvarlanıyorken; Dilek'in kalbi de dışarı çıkma adrenalinine kapılan azatlık bir kuşun tek başına kafeste biteviye kanat çırpınışı gibiydi... Şehrin sokaklarına yansıyan tıpkı çok vahim bir şey olsun diye kısılan bir lamba gibi zayıflatılmış bir ay ışığı vardı..." Yazarın epope niteliğindeki serüven romanları tarihi de günümüzü de irdelemeye devam ediyor.