"Kanaa okyanusta kıyıya oldukça yakın bir kayalığa kondu. Kendini bin yıl yaşamışçasına yorgun duyuyordu. Denizin ve gökyüzünün sonsuzluğunda unutmuş olduğu zamanı anımsamaya çalıştı. Şimdi ona çok uzak gelen bir geçmişin sislerinde doğduğu yaylaları özledi. Obur mekanik bir canavar sınırsız bir iştahla yeryüzünü yutmaya ilerliyordu. Dönüşü olmayan kıyımcıl bir kuşatmayla bütün yaşamsal güzelliklerin kökünü kazıyıp silerek. İnsan böylesine bir yıkımı nasıl yeğleyebilirdi? Sanatı bilimi felsefeyi yaratan bu us şimdi neden ölümün arkadaşı olmuştu? Kanaa evrenin derinliklerinde insan doğasında kendini açığa vuran karanlık bir özdeğin var olduğunu düşündü. Usun tanıması denetlemesi gereken bu güç şimdi usa egemen olmuş onu yönetiyordu. Göğsünde ıssız gizli bir çiçek gibi açılan bir sızıyla uzaklarda gökyüzüne tırmanan kentin dev siluetine baktı. Doğa çoğalan insandan da bıkacaktı.