İman 'inanç olarak bağlanma ve boyun eğme' anlamlarını kapsadığı gibi buyruk ve yasaklara uymayı da içerir. Şer'î teblîğât sadece haber veriliyorsa iman bu haberi doğru kabul etmekten ibaret olur; ancak bir şeyin emredilmesi ya da yasaklanması söz konusu ise iman insanın o emir ve yasağa iç dünyasında tam olarak boyun eğmesidir. Bir şeyin zarurî ardılının ortada olmayışı o şeyin kendisinin de mevcut olmadığına işarettir. İman da "kökü kalbin derinliklerinde olan ve yapılan işlerle teyit olunan bir şey" olduğuna göre 'fiilen işleme'nin imana dâhil mi olduğu yoksa sadece zarurî olarak onu takip eden bir şey mi olduğu tartışması lâf kalabalığına dönüşür.
|
Bununla birlikte tıpkı iman gibi zihnî altyapısı ve hissî üstyapısı ile imansızlığın da bir karakteristiği vardır. İman sahibi olmak bu boyutların net olarak gerçekleşmesine bağlı olduğu kadar imansızlık da dinî ilke ve kutsallara karşı istiğnâ istikbâr istihfâf tuğyân bağy gibi boyutların gerçekleşmesine bağlıdır. Dolayısıyla dinî emir ve yasaklara riayetsizlik olarak nitelendirebileceğimiz amel zaafını imansızlıkla damgalayıp sahibini tekfir etmekte acele edilmemelidir; Kur'ân'da bu gibi tutumlara kâh fâsıklık kâh münafıklık kavramı uygun görülmüş; ancak sahipleri İslâm toplumundan dışlanmamıştır.