Hayat akıp gidiyor hızına yetişemiyoruz... Haz ve hız tutkusu insanın sevdiklerine zaman ayırmasına stressiz sakin ve telaşsız bir hayat sürmesine imkân bırakmıyor. Sürekli koşuşturma halinde nefes nefese yaşıyoruz. Hayati önem taşımayan şeylere yoğunlaştığımız için birçok şeyi kaçırıyor geçtiğimiz yerlerdeki insanları tabiatı sevinç ve dramları görmüyoruz. Böylesine bir koşturmaca kişiye kendini ve nihai sonu unutturuyor. İnanç ve değerlerimizin gereklerine göre değil de sanki nehirde akıntıya kapılan odun parçaları gibi davranıyoruz. Bir ineğe uzun bir yolculuk yaptırarak dünyayı gezdirmişler sonra da "neler gördün anlat bakalım!" demişler. İnek sadece gördüğü karpuz kabuklarını ve saman balyalarını anlatabilmiş. Zira bu değerli yolculuktan nasibi bu kadarmış! Dünya hayatı ahirete uzanan bir yolculuk olduğuna göre bu seyahatten kendimize yakışan bir netice çıkarmamız gerekmez mi?
Ne aradığını bilmeyen ve ardından hayırla yâd edilmeye vesile olacak bir iz bırakmayan bir muhtacın elini tutmayan bir yaraya merhem olmayan... biri olarak mı ömrümüzü noktalayacağız?
Yoksa varoluş amacımıza uygun bir hayat sürerek adalet merhamet ve güzel davranışlarla arkamızda "bâkî kalan bu kubbede bir hoş bir sadâ" bırakarak mı ayrılacağız?