Varlığı kendinden olan var olmak ve varlığını sürdürmek için hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah Teâlâ'nın (Vâcibü'l-vücûd) varlığım ispat etmek için gösterilen gayrete "isbât-ı vâcib" denmektedir. Îtikad ilkelerimizin tamamının istinad ettiği ulûhiyyet anlayışımız literatürümüzde aslü'l-usûl olarak anılmakta ve melekler kitaplar peygamberler âhiret kaza ve kader inancı önce üç esasta birleştirilmekte (usûl-i selâse) sonra da aslü'l-usûl olan Allah Teâlâ'nın varlığına dayandırılmaktadır. Neticede tüm inanılacak hususlar özelde insanların akıllarına ve gönüllerine yerleştirilmek istenirken bunlar bir yandan da Allah'ın varlığını doğrulayıcı bir amaç gütmektedir. Kelâm literatürü içinde isbât-ı vâcib çalışmaları işte bu mühim gerekçeyle en önemli alanı oluşturmuştur.
Osmanlı hâkimiyetinin hüküm sürdüğü bu dönemde daha çok risâleler şeklinde yazılan eserler üzerinde etraflıca bir araştırma yapmak niyetiyle ortaya çıktık. Çalışmamıza konu olan Ahmed Nuri'nin elinizdeki bu eşeri Osmanlının son dönemlerine doğru istinsâh edilmiştir. Eserin seçilme sebebi bu uzun periyotta isbât-ı vâcib risâlelerinde kullanılan üç temel uslûbun yani felsefî kelâmî ve tasavvufî usûlün karşılaştırmalı olarak ele alınması ve makul ve mutedil bir isbat metodu ortaya çıkarılmış olmasıdır.