Tarihteki geçmişin izleri farklı bakış açılarıyla kil taş ve deri parçalarına yazılırken zamanın eskitme gücüne karşıda dijital saklayıcılarla bu süreyi uzatmayı başarmıştı. Fakat onlar da yok olmaya başladığında tarih karanlıkla yazılan yazılarla devam etti. İnsanların okuyamayacağı bir lisandı bu. Oysa ta başından beri doğanın her şeyi kozmik bir kamera gibi kayıt eden zerrelere kadar inen gözleri her birimizi ve her eylemimizi gözlemliyordu. Eylemleri tek bir bakış açısından değil bütünüyle gözlüyordu. Kimsenin olmadığı bir ormanda bir yaprağın yere düşmesi çaresiz bir insanın haykırışı bir hayvanın amaçsızca çektiği acı bir anne ve çocuğun sevgisi ve katledilenlerin sessiz çığlıkları... O hep yazıyordu. Onun mürekkebi hisler ve duygulardı. Başka ellerin ve kalemlerin kendi görüşlerine göre yazdığı bir tarih yazılmıyordu artık. Nano Yazıtlar ilahi elementti. İleri bir medeniyet ilahi elementi bulmuştu. Tek sorun insanların kalmadığı bir dünyada Nano Yazıtların çevrimini yapacak gerçek insanı bulmaktı; hislerle çalışan makinenin tek ara yüzü insandı.
Uzun bir arayıştan sonra o aday bulunmuştu. Nano Yazıtların içine yerleştirilmiş insan embriyosu bu iş için biçilmiş kaftandı.