Kitabın yazarını ne ben biliyordum ne de ölen o yaşlı kadın. Üstelik okuryazarlığı yoktu. Bazen sandığından o kitabı çıkarır elini bir yara izinde gezdirir gibi kitabın sayfalarındaki yanık izlerinde gezdirdikten sonra okumamı isterdi. Kitaptaki bazı sözcükler tahılı inen bir değirmenin kendi taşını öğütmeye başlaması gibiydi. Suyun yönünün değişmesi gerektiğini anlar bazı satırları atlayarak okurdum. Oysa o sözcüklerde geçen hayatı ne o kadın yaşamış ne de ben anlayabilmiştim.
Altmış birinci sayfadan başlıyordu kitap. Bir kitabın bir ülkenin bir dönemin ve güvenin hafıza kaybı olabileceğini daha çocukluğumda öğrenmiştim. Hiç bir zaman bu duygular yok edilen o altmış sayfa gibi eksilen yerine bir daha gelmedi.