"Doğu Ekspresi istimini üfleyerek Sirkeci İstasyonu'na girdiğinde yaşlı İstanbul'un sabahının erken saatleriydi. Doğduğum bu şehre en son ayak basışımın üzerinden tam yirmi yıl geçmişti. Tuttuğumuz at arabasıyla taş kaplı yollarda giderken etrafa bakındım. İstanbul eskisinden farksız görünüyordu. Öyle miydi gerçekten? Arabacının Galata Köprüsü'ne giriş parasını ödemesiye başlayan Altın Boynuz'un öteki yakasına yolculuğumuz sırasında bir değişiklik dikkatimi çekti: Boğaz'da ay-yıldızlı Türk bayrağından farklı bayrakların çekildiği gri renkli asık suratlı çok sayıda zırhlı gemi vardı. Ben ayrılırken İstanbul özgür bir şehirdi. Şimdi ise karşımda daha önce Enver ve Talat'ın meydan okuma cesareti bulduğu güçlerin eline düşmüş işgal altında bir şehir vardı... Altın Boynuz'un iki yakasını birbirine bağlayan köprünün ortasına ulaştığımızda bir başka arabayla karşı karşıya geldik. Arabada yüzü açık bir Türk kadını ve yanında bir erkek! Yirmi yıl önce aynı adam kamuya açık bir yerde karısının bulunduğu yöne bakmaya dahi çekinirdi. Biraz daha ileride gördüklerim daha da şaşırtıcıydı: Köprünün parmaklıklarına yaslanmış bir Türk kadın fesli bir adamla sohbet ediyordu. Üstelik kadın gençti ve davranışları evli olmadıkları izlenimi veriyordu. Demek ki farklı bir Türkiye'ye gelmiştim."