Tohuma durmuş bir başak kopardılar. Bir başaktı sadece. Oysa hayata ekilen umutlardı kopardılar sessizce.
Satranç tahtası ortada duruyordu. Taşlar yerli yerindeydi. Şahlar piyonlar vezirler Ademoğlu Ademler herkes onları görüyorlardı.
Bir mektup düştü gecenin sessizliğine. "Gördünüz mü?" dedi Yeva. Gerçekten de gördünüz mü? Acıdan kalan yanları dökülmüştü yakası açık gerdanı apaktı. Başakların solmuş tanelerinden bir hüzün yayıldı her tarafa. Görmek imkânsızdı kendi karanlığında baktığı aynada.
Belli ki bir kadın kendi içinden geçiyordu zamanın.
Pek çok hikâyede beliren ortak bir yazgının susuşu gibiydi susuşu. Belli belirsiz bir gülümseme geçti gözlerinden. Terk edileceğini anlayan bir kadınınki gibiydi kederi sustu.
Kendine çocukluğuna çocukluğunu susturan annesinin suslarına sustu. Sonra köklerine ve bu köklere ulaşamamış su damlasını yutan toprağın çatlağına... Hüzünlerden boğum boğum saçlarına ve elbette bu saçlarını öpen adama... Susmasa susuşu yarım kalırdı çünkü.
Sessizce arkasını döndü ve gitti. Öyle hüzünlüydü ki gidişi tüm kadınlar içinde çölde bir kum tanesi. Zor seçilirdi...