Yaşamın basamaklarından düşüp parçalanmış bir adam. Yaşama tutunduğu yanıyla herkesin gözünde tuhaf şaşkın anlaşılmaz gülünç bir bunak. Karısının evden attığı koca silikleşmiş bir onur.
O uzak ülkenin geri dönülmez sılanın siren sesleri ve tren düdükleriyle dolu bir şehrin kıyılarına vurup duran bir baba...
Yalnız yaban ırak terk edilmiş sefil; daha yaşarken çürümüş bir ceset.
Bıkmadan usanmadan; salt yaşıyor olmak yaşadığını haykırmak için sevginin kırıntısına muhtaç hasret yüklü mektuplar yazıyor kızına. Biricik kızına o tutunacağı son dala kendi ıssızlığını unuttuğu "kâğıttan kelebek"ler uçuruyor.
Özlemini anlatıyor kimsesizliğini düşkün oluverişini. Pantolonlar diktiği iğne tüm yaşamına batıp çıkıyor.
"Tükendikçe üreyen üredikçe tükenen tatlı bir hastalığa" yakalanıyor: Umut. "Bir yaşama ustasına dönüşüyor şiir yazamayan bir ozana." Yıldızlarla konuşan bir ıhlamur ağacına çıkıp dikişini dikerken usta terzi onun yaşam sevincini kuşlar paylaşıyor cıvıltılarıyla. Yaşamak öyle güzel ki bu güzelliğe borcunu insanları güldürmekle ödemeyi ödev edinmiş bir usta oluveriyor. Güldürme ustası: Soytarı.