Safiye Gölbaşı ilk kitabı Serazat'la başarılı sessiz bir giriş yapmıştı öykü dünyamıza. İyi çalışılmış usta işi öykülerdi hepsi de. Kurduğu kendine has öykü evreni dildeki ustalığı kelime seçimi yalın ve duru anlatımı duygu yönelimine bağlı olarak bazen şiirle bazen masalla boy ölçüşen çağıltılı söyleyişiyle kendi yatağında akan yeni bir öykü ırmağının ipuçlarını vermişti.
O günden bugüne öykü ırmağını daha bir derinleştiren Safiye Gölbaşı şimdi yeni bir kitapla selamladı okuyucusunu: Seyircisiz
Gölbaşı bu toprağa bu toprağın özüne ruhuna bağlı olarak kuruyor öykülerini. Başkalarının öykülerine gönül indirmiyor. Güncel eğilimlerin ışıltısına büyüsüne kanmıyor. Kendinde toprağında kalarak kuruyor genişletiyor öykü evrenini. Öğrenilmiş yapma duygulanımların bunalımların değil sahih yaralanmaların gerçek incinmelerin peşinden gidiyor.
Öykülerde bazen bir anne bazen bir çocuk bazen bir sevgili biçiminde var oluyor ama içinde hep merhamet hep şefkat hep vicdan...
Belki bir yakarış bir ağıt: İhmal edilmişlere sevgisiz ve yalnız kalmışlara zulme uğramışlara memleket kokusuna hasret mülteci annelere ve onların bir başka iklimde yeşermeye çalışan eksik bırakılmış çocuklarına öğretmenine içli mektuplar yazan küçük kızlara köklerini arayan sürgünlere...
Bir Tuba ağacı gibi yersiz yurtsuz ve tepetaklak duranlara...
Çünkü o zarar verecek kadar yakın değil bana. Çünkü talan etmek için dahi olsa ilgilenmiyor ruhumla... Şimdi biri olsa biri beni her gün bekliyor olsa bana âşık olsa üzülecek olsa...
Ali Karaçalı