2007 yılında en etkin barış savunucularından Hrant Dink'e yönelik suikast Osmanlı Ermenilerinin imhasına ilişkin tartışmaları alevlendirmişti. Bunu takip eden süreçte pek çok Türk dede ve ninelerinin zorla İslamlaştırılıp Türkleştirildiklerine dair öykülerini gizli tutmanın getirdiği acıları yansıtmaya başladı. Ve kamuoyunda Türk devletinin el koydugu Ermeni mülkleri tartışılmaya; azınlıkların imhasını ele alan kitaplar basılmaya başlandı. Sessizlik kırılmıştı artık.
Ermeni Soykırımı'nın ne zaman başladığını biliyoruz; ancak diyelim 1. Dünya Savaşı ya da Holokost'tan farklı olarak ne zaman sona erdiğine dair bir tarih yok elimizde. Çünkü Türkiye yanlış bir şey yaptığını hep inkâr ediyor ve bu inkâr sadece hayatta kalanların değil faillerin hayatlarını da zehirliyor. Ermeni Soykırımı modern bir devletin kendi insanlarından bir bölümünü "istenmeyen" diye tanımladığı ilk modern soykırımdır. Bir devlet vatandaşlarını korumak yerine onları çöle sürüyor; mallarını çalıyor; çocuklarını kaçırıyor. Fakat yüz yıl sonra bile bu suçun tam adı koyulamıyor. Yüz yıldır seri katilin rol model olarak kabul edildiği bir noktadayız. Yüz yıl önce gerçekleştirilmiş bir soykırımı adalet önüne çıkartamamış bir dünya günümüz yanlışlarının üstüne gitme cesaret ve ahlakî doğruluğundan yoksun demektir. Ermeni Soykırımı'nın inkârı sürdükçe dolayısıyla adalet yerine gelmedikçe asla "Bir daha asla!" diyemeyiz. Noam Chomsky'nin insanlığa karsı işlenen bu suçun hâlâ kabul edilmemiş olması itibariyle Ermeni Soykırımı'nı gelmiş geçmiş en etkili etnik temizlik olarak nitelendirmesi boşuna değildir.
İşte elinizdeki kitap bir devletin sistematik bir etnik temizliği bir yüzyıl boyunca halının altına süpürmesinin halklar üzerindeki derin etkisine odaklanmaktadır.