Antik Yunan toplumunda aristokratik değerlerin aktarımı olarak gerçekleşen eşcinsel ilişki eğitsel ve ideolojik bir temele dayandırılmaktaydı. Eski Yakındoğu medeniyetlerinde görülen eşcinsel ilişkilerden oldukça farklı bir işleve sahip olan Yunan eşcinselliğinin sınıflı bir toplum yapısı sonucu ortaya çıktığı bilinmektedir. Yunan eşcinselliği günümüz anlamıyla gerçek bir eşcinsel ilişki değildi. Öyle ki onlarda eşcinsellik ya da homoseksüellik terimleri bilinmemekte ve hemcins arasında yaşanan ilişkiye pederasti yani oğlancılık adı verilmekteydi.
Toplumun norm ve ahlakına uygun bir şekilde yaşanan bu ilişkinin temel amacı yetişkin bir erkeğin kendisinden yaşça küçük bir delikanlıyı yetiştirmek ve eğitmekti. Çünkü bir oğlan çocuğunun yetişmesi toplumun geleceği ve refahı için oldukça önemliydi. Bu denli önemli olan ulvi iş ise her bakımdan eksik ve pasif bir varlık olarak kabul edilen bir kadına bırakılamazdı. Bu nedenle onu yetiştirecek kişi gerek sosyal gerek kültürel gerekse entelektüel bakımdan en donanımlı olan soylu bir erkek yani ancak bir aristokrat olabilirdi. Aristokrat bir erkeğin eğitiminden geçmek ise sınıflı bir toplum yapısının bir sonucu olarak yalnızca vatandaş olan bir oğlan için geçerliydi. Örneğin bir köle veyahut vatandaş kabul edilmeyen yabancı kişiler böyle bir ilişkiyi asla deneyimleyemezdi. Yani eğitsel bir zemine oturtulan eşcinsel ilişkilerin önemli koşulları bulunmaktaydı.
Öncelikle vatandaş ve soylu olma koşulunun arandığı eşcinsel ilişkilerde diğer en önemli koşul da çiftler arasında yaş ve tecrübe bakımından eşitsizlikti. Çünkü aynı yaşta iki erkeğin salt haz ve bedensel bir zevke dayandırdığı gerçek bir eşcinsel ilişki toplum tarafından kabul görmeyen ve kınanan edimler arasındaydı. Aslında burada kabul görmeyen edim eşcinsel ilişki değil erkeğin bedenini kadın gibi pasif bir şekilde kullanılmasına izin vermesiydi.
Ayrıca salt hazza dayalı bedensel ilişkiler deherhangi bir değer aktarımı yoktu ve bu tür ilişkiler ancak sıradan bir insanın amaç edindiği ve zevk aldığı ilişkiler olabilirdi. Değer aktarımının olmadığı bir cinsel ilişki her iki tarafı da küçük düşüren ve utanılması gereken davranışlar arasında sayılmaktay dı. Sevilende ahlaki ve entelektüel gelişimi amaç edinmiş olan ve bedensel hazza dayanmayan bir birliktelik ise gerçek bir ilişki olarak kabul edilmekteydi.
Ataerkil bir toplum yapısına sahip olan ve kadını sosyo-politik yaşamın dışında bırakan Yunan uygarlığında kadın eşcinselliğine yani lezbiyenliğe yer yoktu. Kötü çirkin ve iğrenç olarak görülen kadın eşcinselliğinin nadiren de olsa yaşanmış olduğu günümüze ulaşan birkaç metin ve arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır. Fakat yaşanan bu ilişkide erkek eşcinselliği gibi bir değer aktarımı söz konusu olmamaktaydı. Çünkü her anlamda eksik olarak görülen kadının bu işleve sahip bir ilişki deneyimlemesi zaten mümkün değildi. Bu nedenle kadınlar arasında yaşanan eşcinsel ilişkilerin çoğunlukla bedensel tatmin şeklinde ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Bu çalışmanın amacı pedagojik entelektüel ve aristokratik bir temele dayandırılan Yunan eşcinselliğinin gerçek işlevinin ne olduğu nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı yaşanan ilişkinin hangi koşullarda gerçekleştiği ve söz konusu ilişkinin bir değer aktarımı olup olmadığını detaylı bir şekilde irdelemektedir. İrdelemeyi yaparken çoğunlukla eşcinsel denince ilk akla gelen erkek eşcinselliğinin yanı sıra kadın eşcinselliğine de değinilmiş ve Yunan toplumunda kadın eşcinselliğinin hangi koşullarda ve ne denli yaşandığı ele alınmıştır. Konuya ilişkin tarihsel bir derinlik fotoğrafı çekme adına Eski Yakındoğu'da Girit ve Sparta'da görülen benzer pratiklere değinilmiştir. Nihai çözümlemede ve daha yüksek bir soyutlama düzeyinde elinizdeki metin Marksçı toplum kuramını inşa eden temel kategorilerin (alt yapı-üst yapı-sınıf-üretim ilişkileri vs.) esinlediği zihinsel bir donanımdan hareketle köleci Yunan toplumunun kültürel formlarında (yazın-felsefe-söylen vs.) eşcinselliği yeniden kurgulamaktadır.