Kesinlikle bir dip akıntısına ihtiyacı vardı. Sert esen bir poyraz deniz dibindeki kuyudan onu çıkartıp meltem esen kıyılara vurdurmalıydı. Yoktu işte ne bir dip akıntı ne de sert esen bir poyraz. Deniz soğuğunda yaşamaya devam edecekti. En azından şimdilik...
Zühal o gün çok heyecanlıydı. Sabah erkenden kalkmış yapacağı konuşmayı defalarca gözden geçirmiş sayısını hatırlamadığı kadar prova yapmıştı konuşma metni üzerinde. Yılların avukatıydı; sayısı binlerle ifade edilebilecek duruşmalara katılmış savunmalar yapmış; panellerde seminerlerde toplantılarda konuşmuş fakat hiçbirisi için bu kadar prova yapmamıştı.
Umut Evi açılıyordu o gün. Zühal'in yıllar önce hamisi Naciye Hanım'a verdiği sözün gerçekleştiği gündü bugün. Sabah yeniden anımsamıştı o sözü. "İyi bir hukukçu ol ki hukukun insanlara ulaşmasını kolaylaştır! Adalet terazisinin doğru çalışmasına katkı ver! Bu ülkenin hak arayamayan kadınlarının elinden sen tut!" Kelimesi kelimesine bunları söylemişti Naciye Hanım.
Başka başka birbirinden uzak hayatların kesiştiği noktada hep o vardı: Umut. Yıllarca umudun arkasından koşan Zühal umut olmayı yıllar içinde öğrendi. Öğrenci temizlikçi profesyonel hasta bakıcılığı yeniden öğrencilik avukatlık annelik ve yeniden hasta bakıcılık ama bu kez gönüllü... Bütün bunlar yaşama dairdi ve yaşamın ondan aldıklarının eksikliğini tek bir şey tamamlayabilirdi; Umut Evi...