19. yüzyılın ortalarına kadar kapılarını dış dünyaya sımsıkı kapalı tutan ve geleneklerine bağlılığı ile bilinen Japonya'nın 20. yüzyılda hızla modernleşip küresel bir endüstriyel güç olarak sahneye çıkış öyküsü "Batı'nın ahlakını değil teknolojisini almak" isteyen çoğu üçüncü dünya ülkesinin hayallerini süsleyen mucizevi bir başarıydı. Öte yandan bu "mucizevi başarı öyküsü"nün diğer yüzünde acı deneyimler ve zehirli meyveler de var. Meiji Restorasyonu'ndan Abenomics'e günümüz Japonya'sını yaratan 150 yıllık süreçte hızlı kalkınma ve ileri teknoloji hamlelerine savaşlar insanlık suçları ve nükleer felaketler de eşlik etti.
Uzun yıllar Japonya'da ve Uzakdoğu ülkelerinde yaşayan yazar Jonathan Clements II. Dünya Savaşı ve sonrasındaki gelişmeleri adım adım izleyerek Japonya'nın ekonomik siyasi sosyal ve kültürel tarihindeki dönüm noktalarını ve Japonya'yı Japonya yapan dinamikleri ayrıntılara boğmadan derli toplu bir şekilde ortaya koyuyor. II. Dünya Savaşı'ndan sonra küllerinden doğmayı başaran ve bugün aynı "küller"in yüküyle boğuşmaya devam ederken bir yandan da "yumuşak güç" olarak küresel sahnede yeniden konumlanan Japonya'ya dair Jonathan Clements'in yanıt aradığı soru şu: Gitgide yaşlanan nüfusu yıllardır içinden çıkamadığı ekonomik durgunluk sarmalı ve Fukuşima felaketinin henüz kapanmamış yaralarıyla Japonya geçmişin gölgelerinden sıyrılıp yepyeni bir gelecek inşa etmeyi başarabilecek mi?