Küçük kız doğduğu evde sevilmek için bir sıcaklık onu şefkatle saran bir eli aramaktan yorgun düşmüştü.
Hissettiği içsel boşluk onu çaresizliğe sürüklerken çok da korkutuyordu. Evi kalabalık olsa da derinlerinde hissettiği ruhsal yalnızlıktan ezilen kalbine çok acıyordu. Gençliğinde de bir eli tutmak tuttuğu ele güvenmek ve onu hep sevmek istedi. Bir yandan da hata yapmaktan sevilmemekten reddedilmekten ve önemsenmemekten hep tedirgin
olarak... Tüm bu endişelerine rağmen değer görmek sevilmek için kendini birilerine adadı. Adayınca kendini unuttu.
Kimdi ne severdi ne mutlu ederdi onu hayalleri neydi? Çocuklarını da çok sevdi tutundu onlara. Yalnızlığını ve kendini unutacak kadar çok sevdi kaybetmekten hep korktu ama kendini yok saymaktan hiç korkmadı. Çaresizlik duygusunu görmemek ve göstermemek için güçlü olmak zorundaydı ve güçlü kadın oyununda çoktan sahte kimliğine bürünmüştü. Genç kadının bir ailesi olmuştu ama duygular aynıydı. Aradığı sevginin hissettiği duygunun karşılığı yine yoktu. Bu aradığı sevginin asıl karşılığının kendinde olduğunu görebilecek miydi? Kendini ve bütünün
içindeki yerini sonsuz ve derin içsel gucunu gördüğünde hayat amacını ve hayat içindeki değerini fark edecek
miydi? Her şeye rağmen inandığı her yolun ona açıldığını görebilecek miydi? Hayat amacını bulma yolculuğunda benliğini ve maskelerini bırakıp korkuları ile yüzleşerek kendi olma halinin gerçek gücünü yaşayabilecek miydi?
Kendini her şeye rağmen kabullenip olduğu gibi sevebilecek miydi? Bu bir yanda sevgi diğer yanda korkunun olduğu bir mücadeleydi.
Psikolog Gülay Ertürk