Hatta bir gün o kadar soğuktu ki hava ben de çok üşümüş olmalıyım sobaya da epey yaklaşmışım; yeni eteğim sararmış yanmıştı yani. "Hay Allah! Yanan sobaya bu kadar yaklaşılır mı?" Çok üzülmüştüm tabi. Soğuk muydu suçlu olan yoksa soba mı...ya da yanan giysim mi... Bilemedim. Kızacak ne kimse ne de bir nesne bulabildim.
Bir daha harıl harıl yanan sobaya o kadar yaklaşamamıştım. İlla öğrencilerime Türkçe dil kurallarını ben öğretecek değilim ya bu sefer de yanan soba bana öğretmenlik yapmıştı: "Bana çok yaklaşma" diye.
Sobam hemen yandı. Odunlar çatır çutur... "Ne güzel bir ses..." Bir nebze olsun bu sesle evimin sessizliği de gidivermişti. Radyomu da açtım. Güzel bir şarkı "Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu; hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu" çalıyordu. "Radyo bile insanın halinden anlar mı anlar?" dedim bir yandan şarkıyı mırıldanırken.
Her daim sobamın üzerinde olan çaydanlığım fokur fokur kaynamaya başlayınca çayımı demledim. Evim yüksekçe bir yerde olduğu için pencereden hava kararana kadar bütün köyü görebiliyorum. Ve şimdi seyir köşemdeyim:
"Karşı dağların arkasındaki bulutlar bana çok uzak. Ama onlar da yarı karanlık yarı aydınlık bir vaziyette..
Çayır evlerinden ikisi ışıklarını yaktı yine.
Karanlık da çayıra oturmuş durumda.
Bir de beyazlık..."