Pek çok kimseye göre Joseph Arthur de Gobineau ırkçılığın babası hatta peygamberi. Bin Bir Gece Masalları başta olmak üzere Türk Arap ve Fars masallarını okuyarak büyüyen Oryantalist olmaktan başka bir hayali bulunmayan Gobineau henüz 19 yaşında iken yazar olabilmek için parasız pulsuz bir şekilde Paris'e taşınmayı bile göze alacak kadar cesur bir kalem. Dönemin ünlü simalarından Alexis de Tocqueville 1849 yılında dışişleri bakanı tayin edilince Gobineau'yu özel kalem müdürü (chef de cabinet) olarak atadı ve neredeyse otuz yıl sürecek diplomatlık kariyeri bu şekilde başladı.
Fransız düşünür XIX. yüzyılın ortalarında kaleme aldığı İnsan Irklarının Eşitsizliği isimli eseriyle hem çağdaşları hem de kendisinden sonrakiler arasında çok ciddi tartışmalara yol açtı. Hâlâ en büyük sorunlarından biri olarak insanlığın karşısında duran ve neredeyse dünyanın her yerinde güncelliğini koruyan ırk meselesiyle ilgili tartışmalarda bugün bile Gobineau'nun düşünceleri tayin edici bir rol oynamaya devam ediyor. Büyük bir soğukkanlılıkla her türlü kökleşmiş düşünce kalıplarını ve kadim gelenekleri yıkarcasına fikirlerini serdeden düşünür pek çok kimsenin duymak istemediği kendisine sormaktan sakındığı ve hatta iğrenç bulduğu soruları pervasızca ele alır: İnsan ırkları arasında ciddi ve nihaî değer farkları var mıdır ve bu farklılıkları kesin olarak belirlemek mümkün müdür? İnsan ırkları güç zekâ ve güzellik bakımından eşit midir? Siyahîler bir insan ırkı olarak yaşadıkları sürece ilerleme imkânları bulunmayan iptidaî varlıklar mıdır? Irklar arasında özgün belirgin ve köklü bir eşitsizlik mevcut mudur? Her ırk atalarının diline sadakat gösterme kudretine sahip midir?
Gobineau ırkların gözlemlenebilir fenomenler olmadığının tamamen bilincinde olmasına rağmen ırkçı bir doktrine sahipti. Esasen Yahudi düşmanı olmamasına rağmen fikirleri Adolf Hitler (1889-1945) ve Nazileri doğrudan etkiledi. 1853 yılı gibi erken bir tarihte yazılan bu kitap onun itikadının temellerini medeniyetin ilk koşulu olarak ırk ve aristokrasiye olan inancını çevresel koşulların etkisine inanmamayı ve din ile ahlâkın tesirine itimat etmemeyi vazediyor. Türkçeye ilk kez Serkan Acar tarafından çevrilen kitap yalnızca modern Avrupa'nın siyasi ve kültürel sınırlarının belirginleşmesinde etkili olmuş bir filozofun ırklarla ilgili düşüncelerini değil aristokrat Avrupalının dünyanın geri kalanına hangi gözle baktığını göstermesi bakımından da büyük önem taşıyor. Sömürgeleştirici zihniyetin düşünce yapısı anlaşılmadan "Beyaz Avrupalı"nın dünyanın geri kalanında giriştiği acımasız katliamları ve yüzyıllardır süren tahakkümünü anlamak da imkânsız.