Devletler arasındaki ilişkileri düzenleme aracı olmasının yanı sıra herhangi bir hükümdarın öteki üzerinde kendini öne çıkarma üstünlüğünü kabul ettirme ameliyesi olarak tanımlanabilecek diplomasi egemen devletlerin hükümetleri arasındaki formel ilişkilerin uygulanmasında kolaylık sağlayan zekâ oyunu olarak tasvir edilmiştir.Diplomasi tarih boyunca uygarlıkların mevcut olanakları; siyasi askeri ve ekonomik güç durumlarına göre üsluplarının farklılaştığı bir dildir. Diğer bir deyişle devletlerarası münasebetlerde tarafların diplomatik üslubunu belirleyen en önemli etken sahip oldukları güç olmuştur. İnsanoğlunun tarihi gelişim ve dönüşümü beraberinde diplomatik dil ve üslubun da değişerek çağın gerektirdiği itibar ve meşruiyet araçları ile süslenmesini sağlamıştır.Orta Çağ devletleri arasında gerçekleşen diplomatik münasebetlerde kullanılan üslup ve ifadelerin can alıcılığı bizi böyle bir çalışmaya yönlendiren en önemli etkendir.Dönemin diplomatik teamülleri incelendiğinde hemen hemen her devletin kendisine bir tanrısal haklılık ve dini meşruiyet atfetmeye çalıştığı görülmüştür. Orta Çağ'ın diplomatik belgelerinde geçen "Ebedî Tanrı Cengiz Han ve onun soyunu yükseltti. Yeryüzünün hepsini doğudan batıya bize sundu""Eğer benim öğüdümü dinlemezsen Tanrının isteğinin nasıl olduğuna bakacağım" "Tanrının izni ve benim yetkimle" "Başının altınının karının ve çocuklarının sana kalması için kaleden aşağı in ve cihan padişahlığının kulluk kemerini beline bağla." Bu gibi ifadeler günümüzde bile insanı derinden etkilemektedir.Peki Orta Çağ devletleri bu ifadeleri neden ve hangi amaçla kullandılar? Tahammül sınırlarını aşan bu tehditkâr ifadelerin muhatapları kimlerdi? Bu muhataplar bu tehditler karşısında nasıl bir tavır takındılar? Bu ifadeleri içeren belgeler karşı tarafa nasıl ulaştırıldı? Orta Çağ'da elçiye zeval olunur muydu? Elinizdeki bu çalışma bütün bu sorulara duyulan merakın bir sonucudur.