E.F. Schumacher Aklı Karışıklar İçin Kılavuz adlı eserinin "Felsefi Haritalar Üzerine" bölümünde bir hikâye aktarır. Yazar Leningrad gezisi sırasında nerede olduğunu bulmak için bir haritaya başvurur fakat işin içinden çıkamaz. Çünkü gezerken gördüğü bir kaç büyük kiliseyi haritada bulamamaktadır. Bir rehbere sorar. Rehberden "biz haritalarımızda kiliseleri göstermeyiz" cevabını alınca haritada açık bir biçimde belirtileni gösterdiğinde "bu bir müzedir" der rehber ve ekler: "bu bizim yaşayan kilise (ibadete açık) dediklerimizden değil sadece yaşayan kiliseleri göstermiyoruz". Gözler önünde olan ve apaçık bir biçimde görülebilen birçok şeyi üzerinde en çok durulan çok önem verilen hayata yön verdiği düşünülen şeyleri göstermeyen bir harita. Bu hikâye bana sosyal teorilerin nasıl inşa edildiğini izah etmeye yönelik oldukça manidar bir hikâye gibi gelmiştir. Zira bizler her ne kadar sosyal teorileri bilimsel olarak nitelemek ve bilimsel niteliğinden dolayı onlara evrensel ve genel geçer bir bilgi statüsü yüklüyor olsak da nihai noktada teoriler insani öznelerin birer inşası olarak karşımıza çıkmaktalar. İki dünya savaşından sonra sosyal bilimlerde yaşanan krizi aşmaya yönelik bilimsel bir teori olarak ortaya çıkan yapısalcılık bütün sosyal bilimlerde uygulanarak büyük bir şöhret kazanmıştır. modern özne merkezli düşünceye yönelik eleştiri için önemli bir uğrak noktası olan yapısalcılık söz konusu eleştirilerde yeterince radikalleşememekle eleştirilmiştir. Özellikle Foucault ve Derrida'nın yapısalcılığın imkânlarını radikal boyutlarına taşıdığı eleştiri genel olarak postyapısalcılık olarak adlandırılmıştır. Bir sosyal teori olarak insani inşanın tüm niteliklerini taşıyan yapısalcılık postyapısalcılar tarafından eleştirdiği geleneğin bir devamı olarak görülmüştür. Bu çalışma Saussure'den Derrida'ya sosyal teori olarak yapısalcılığın dönüşümünü ele almayı hedeflemiştir.