Şiirleri yazıldıktan sonra yayımlanmaya vakit bulamadan dillere düşen; bir yerde okusa hemen ezberlenen ve yüksek sesle okunan dizeleri başına yaşamının sonuna değin sürecek büyük dertler açan; gençlik dönemlerinde yazdığı en az bir kitap oluşturabilecek tek nüsha birçok şiiri ya ilgi duyduğu kızlarda ya da poliste kalan bir şiir tutkunu...
Sözcükleri yarasına bastığı hem acıtan hem kanı kesen bir tütün olarak gören; tüm hayatını kıstırılmış insanın trajedisini canında duyma üstüne biçimlendiren; kurumlaşmış haklılıktan kuşku duyan egemen doğruyu küçümseyen bir aydın...
'Umudun inceliğin korkusuzluğun; onurun alçakgönüllüğün derinliğin ve yalınlığın şiiri'ni yazan baştan sona somut gerçeklere dayanan zor bir şiiri tek bir kez kekelemeden biçim sıkıntısı dil anlatım sıkıntısı çekmeden benzetmelerin imgelerin en özgürünü bularak yazmış bir mısra boyu macera...
Kimin hasretinden prangalar eskittiği kan güllerini kimlerin saçına takmak istediği şimşeğin masmavi
usturasına hangi sevdayı işlediği Leyla'ya Mektuplara dek bilinmeyen bir suskun...
Hayatı boyunca birkaç deneme dışında şiirin yerine başka bir ikame aracına başvurmayan aksine şiirin kendisini bir ikamet alanı olarak seçen; bugüne değin Türkçe şiirinde pek anlatılmamış başka bir aklın ve coğrafyanın imkânlarını Türk şiirine dâhil eden bunu da toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla yapan Ahmed Arif portresini Sıddık Akbayır'ın yorumuyla okurlarımıza sunuyoruz.