Çocukluğum elimde kalemim tertemiz bir sayfaya hayallerimi ümitlerimi ve küçük ama kocaman dünyamı yazarken uyuya kaldığımda gördüğüm bir rüya idi ansızın geçip gitti. Uyandığımda kalemim eskimiş bembeyaz sayfam sararmış şakaklarıma karlar yağmıştı. Aynaya baktığımda hiç tanımadığım yabancı bir yüz vardı karşımda. Anılarım yaşanmamışlıklarım özlemlerim acılarım dünyadan cennete uzanan dermansız aşkım mor halka olup gözlerimin altında belirmişti. Başucuma koyup beraber uyuduğum bayramlık ayakkabılarım eskimiş poşetten uçurtmam tel örgülere takılı kalmış tahtadan oyuncak arabam kırılmış sürekli belimden düşen kemersiz yamalı pantolonum bana küsmüş ayağımdan çıkarmadığım yırtık çarıklarım ayağıma dar gelir olmuştu. Beni elimden tutup okula götüren ve bana kişiliğinden ruhundan duygularından tutam tutam veren ve dünyadan Cennete uzanan bu aşkın mâşuku olan o adam geri dönülmez bir yola gitmişti. Anlamıştım ki bir rüya gibi ansızın geçip giderken her şeyi de kendisiyle beraber götürmüştü çocukluğum...