Din ve sanat olgularının kesişimi ve örtüşmesi daima olağan bir durum arz ederken bölgesel ve zamansal farklılaşmalar tamamen sosyal bir niteliğe de bürünmelerini sağlamış bireyler ve toplum arasındaki denge kadar yaşanan ile yaşam ötesi arasına giren var olan ile varlık ötesinde bulunan gerçek ile gerçek üstü arasında denge kuran kutsal ile sıradanı bağlayan ilahiyi olağana taşıyan ve olağanı da ilahiye ulaştıran bir güç olmuştur. Semavi dinlerin dogmatik ve yasacı tavrına karşı bazı dinsel aşamalar tamamen töresel ve ulussal ve hatta kabilesel tutumları ve işleyişleriyle esoterik ve mistik kimlikleriyle dogmaları aşan bireyci kimlikler kazanmıştır. Bu tip dini oluşumların en güzel örneği Demir Çağı olarak bildiğimiz süreç içinde mevcut olmuş ve gerçekte onun uzantısı olan ve Büyük Göçler Devri olarak adlandırılan son aşamasında da Avrupa ve Avrasya topraklarında var olmuştur. Bu din tipi kendisini son derece uyumlu bir biçimde ifade ederek ana özünü dışarı taşıyan ve yansıtan özgün bir sanatlar dizilimi içinde kendisini ifade ederek geçerli kılmıştır.