Ne kadar zaman önceydi bilmiyorum. Belki evvel zaman belki de daha öncesi.
Kelimelerin saf ve temiz cümlelerin gösterişsiz beyaz sayfalara mürekkep kokularının boş kâğıtlara kalem gölgelerinin düştüğü ne güzel günlerdi.
Dışarıda kar usul usul yağarken içeride soba hararetle yanardı.
Sobanın üzerinde kaynayan güğümden yayılan buhar gidecek yer bulamayınca camlara yapışır kalırdı. Aydınlık kısa perdelerin çevrelediği pencereden hüzme hüzme yayılırdı odaya.
Geniş ve açık alnına dökülen birkaç tel saçı sonra küçük birer düğmeyi andıran gözleri ince yüzüyle Ömer Seyfettin gülümserdi çantadan. Sonra sarı saçları gök mavisi gözleri hüzünlü bakışlarıyla çocukların hafızalarına kazınan Hasanla göz göze gelirdi çocuklar. Kahverengi yağız bir at bir çift uzun çizme tabure üzerine iliştirilmiş bir kaşağı. Hemen yanında bembeyaz yatakta yatan soluk benizli bir çocuk. Ürkek ürkek bakardı etrafına.
Akşam çökerdi şehrin üzerine... Karanlık çökmezdi yüreklere.
Elektrik kesilirdi bazen. Gündüzden hazırlanan gaz lambasının fitili ateşlenirdi hemen.
Titrek solgun sarı ışık dolaşırdı çocukların gülümseyen yüzlerinde.
Babaanne eskilerden çok eskilerden bir kıssa anlatırdı. Gökyüzünün mavi denizin mavi umudun mavi olduğu günlerden kalma.