Cezaevi it ulumaz dağlarının eteğindeki bozkırın ortasında onca dehşetiyle devasa engerek yılanı gibi zehirli ağzını açmış kıvrılmış yatarken etrafı dikenli tellerle çevrilmiş heybetli duvarlarla kuşatılmış her bir köşesinde nöbetçi kulübeleriyle gözetlenen oldukça korunaklı bir yapıdır. Yıllara meydan okurcasına öyle güçlü yapısı vardır ki bu güne kadar ne depremler ne baskınlar bu canavarı yerinden oynatamamıştır. Eski Adana yoluna inşa edildiğinde şehrin dışındayken şimdi şehirle bütünleşse de heybe- tinden vahşetinden bir şey kaybetmedi. Yazın bunaltan sarı sıcağında bile insanın içini üşütür duvarlarında binlerce mahkûmun ahına karışan kanlarıyla sulanmış sıvalar yer yer dökülürken demirden ya-pılmış vicdansız kapılarsa binlerce umudun üstüne kapanmıştır. Bu katil binanın ne duruşunda merhamet ne yapısında acımak vardır. Değirmentaşı gibi sürekli insan ömrünü öğütürken gizliden gizliye zevk alır. Bu canavarın içindeki gardiyanlar merhametli olsa ne yazar cezaevinin kendi merhametsiz olduktan sonra...