Yaşamaktan kaçındığım günlerden birinde Aysel beni o İngiliz mezarlığına götürdü. Hiçbir şey konuşmadığımız o mezarlık yolunda çok üşümüştüm. Mezarlığa doğru adım adım ilerledikçe her şeye başladığımız o yeşil mezarlığa aşkımızı gömeceğimizi biliyordum. "Aşkımızı gömmek ve mezarlık..." Sözcüklerin hislerin ve mekânların tuhaf denk gelişini düşündüm Aysel ile yürürken. Yanımda yürüyen bu güzel kadının terk edilişim karşısında gösterdiğim kayıtsızlığa nasıl sinir olduğunu görüyordum.
1908 yılında hizmete açılan Haydarpaşa Garı'nın yakın zamanda geçirdiği dramatik dönüşümü bundan böyle trensiz ve insansız bırakılacağı projeyi odağına alıyor Başar Öztürk. Haydarpaşa'nın Son Memuru romanı İstanbul'un Avrasya'nın tarihi binası Haydarpaşa Garı'nın ve çalışanlarının sesi soluğu oluyor.
Gara avukat olarak atanan Efes; Baba Ali Aysel ve diğer karakterler eşliğinde hayatına yeni anlamlar yeni ve değerli yaşantılar eklerken gar binasının dönüşüm projesi ile zor günler yaşayacaktır. Bu değişimin kendi iç dünyasına yansıyan hüznüyle yaşadığı endişe Efes'te tutunamama haline dönüşür. Bir yandan Aysel ile kurmayı düşledikleri yuvaları mesleki sorumluluğu ve Haydarpaşa'ya sahip çıkabilme telaşı ama en çok da geçmişinden getirdiği içli düşünceli yapısı ile Efes diğer yanda da Haydarpaşa'nın ve memur-işçi ev sahiplerinin yaşadıkları hazin hikâyesi ve sendikal mücadelelerle sosyo-politik roman kimliği de kazanıyor Haydarpaşa'nın Son Memuru.