"Başlangıçta her şey çok iyiydi. Günnur Hanım yaşadığı şeyin aşk olduğunu sanıyordu. Daha önce hiç âşık olmamıştı yalnızca kendini sevmişti. On yedi yaşındayken gülüşünü beğendiği uzun boylu çocuğun adını öğrenme zahmetine bile katlanmamıştı. O zamanlar dünyanın yakışıklı ve mükemmel erkeklerle dolu olduğuna inanıyordu. Görüşseler tanışsalar hemen kendisine âşık olurlardı. Sonsuza dek böyle olacaktı; rengârenk bir çiçek ve o çiçeğin çevresinde dönüp duran yüzlerce kelebek.
Celal Karanlık'la karşılaşmasa bu rüyanın içinde ömür boyu yaşayabilirdi. Bir kırk yıl daha kendini sevebilir gerçeğe meydan okuyabilirdi.
Ama olmadı. Celal Karanlık çıkıp geldi."
Hüsnü Arkan Mino'nun Siyah Gülü'nde olduğu gibi yine Ege'nin bir kasabasına götürüyor bizi. Küçük dünyalarında yaşayan insanlarla mutlu-mutsuz kasabalılarla 20. yüzyılın başlarından sonlarına uzanan bir zaman diliminde Gülhisar üzerinden bir dönemin Türkiye'siyle tanıştırıyor. Müşteri gelmeyen bir otel romanın dekorunu oluşturuyor. Üç kuşak terzileriyle Doğu'da sakatlanıp tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Ayhan'la teyzesi sevip sevmediği belli olmayan sevgilisi ve Nedim Usta'sıyla karanlık işlere karışan Celal Karanlık'ıyla Gülhisar insanları da Gülhisar'ın kendisi de ete kemiğe bürünüyor bu usta işi romanda.