Pırıl pırıl ışıldayan iri siyah gözlere yakından bakınca yalnız ama farklı olanın girdabına kapılırdınız. Derinlerde bir yerlerden seslenir sizi karanlığın yalnızlığına gerçekliğe çağırırdı. İşte o zaman tüm bedeniniz ürpertiyle sarsılır yalnızlıktan kaçıp gerçeklerden kurtulmak endişesiyle paniğe kapılırdınız. Ama tehlikeli ve kışkırtıcı bir merak duygusu sizi esir alır; bu merak uğruna her şeyinizi ortaya koymaya daha ilk saniyelerde karar verirdiniz içten içe. O karanlık yalnızlık sizin yuvanız sığınağınız olur; karanlığın yalnızlığın parçası oluverirdiniz bir anda. Böylece karanlık korkunuz kaybolur karanlıkta yeniden doğar gökyüzündeki ihtişamlı yıldızlardan biri haline gelirdiniz; etrafınızdakileri yalnızlığın zemheri soğuğundan koruyan karanlığı yakıp kavuran bazen de kem gözlerden uzak uyumak dinlenmek için karanlığı üstüne çeken bir güneş gibi.
Kubilay tehlikeliydi evet hem de çok tehlikeli. Onu diğerlerinden ayıran farklı kılan özel bir şeyler vardı. Özel ama tehlikeli şeyler.
Kendinden geçmişti kendinden geçercesine sallıyordu kızıla boyanmış bıçağı. Hayatın tam göbeğine saplıyordu... Sanki ömrü boyunca bu anı beklemiş bu anı kollamıştı. İşte o koca kafalı hayat tüm acımasızlığı tüm heybeti ve bütün zayıflığıyla karşısındaydı. Hep kaçak dövüşmüş hep umulmadık anlarda çullanmıştı kurbanlarının üstüne. En sonunda yakalamış şuracıkta kıstırmıştı. Bir daha bir daha bir daha...
Hayatın sesi kesildi omuzları düştü.