Hiç keşfedilmemiş bir kara delik sönmüş bir pulsarın yörüngeye bıraktığı toz kırıntılarını andırıyordu göz bebeklerin ta içindeki o sonsuz karanlık. Şu rutubetli tavan her yağmur sonrası hiç acelesi olmayan yavaş yavaş içine sızan damlalarla yalnızlığına kokuşmuş yeni halkalar ekliyordu. Mütemadiyen gıcırdayan demir karyola her gece eski su borularından gelen rüzgarın iniltili sesi unuttuğu cümleleri onun yerine kalbinin duvarlarına fısıldıyordu. Hep ömürsüzdü sevdiği şeyler hep yapayalnız sürgün bir şiiri yazıyordu yol kenarlarındaki kırgın gelincikler gecenin ayazına örgülerini açıp savurduğu simsiyah saçları ve her bir telinde koruyup sakladığı yıldızları. Binlerce kez güneş aynı yerden doğup batmış sayamadığı onlarca mevsimi şu pencerenin arkasından uğurlamıştı. Aklının ona oynadığı tüm oyunlara ne zaman nasıl yenik düşmüştü? Bir cenaze gibi solgun ve soğuk yüzünü kalın siyah perdelerle hangi zilzalin dehşetiyle örtmüştü?
"Aşkı bu kadar kolay kirleten iki adam yerle gök arasında bedenine bir yer edinemeyen bulduğu ufacık toprak parçasına sığamayan bir kadın."