Zahir hızlı adımlarla tepeden aşağıya doğru iniyordu. Besna çok acele etmeden ağır ağır onun peşinden yürüdü. Bir çukura indiler tekrar bir dik yokuşu tırmandılar. Besna hem çok yorulmuştu hem de çok susamıştı. Yokuşu tırmanırken alnında biriken boncuk boncuk ter gözlerinin içine akıp yanaklarından dudaklarına kadar ulaşıyordu. Tuzlu teri gözlerini yakıyordu. Tepeye çıktıklarında onları hafif ılık esen bir rüzgâr karşıladı. Zahir tepede durdu. Her iki eli belindeydi. Tedirgin tedirgin sağa sola bakıyordu. Besna hiç oralı olmadı. Düz bir taşın üstünde oturdu. Sınırı ortadan bölen dağlara bakıyordu. Arkasında esen ılık rüzgâr ensesini serinletiyordu. Bir yandan da kurumuş kekik kokusunu içine çekiyordu. Önünde ufak bir kuş tüyü rüzgârın etkisiyle havada sallanıp duruyordu. Uzun uzun etrafında dönen kuş tüyüne hayranlıkla baktı. Zahir yukarı doğru yürüdü. Sağa sola baktı. Etrafında birkaç tur attı. Üst üste konulmuş taşları bir kenara itti. Bir yandan da sürekli Besna'nın olduğu yere doğru bakıyordu. Zahir Besna'nın umurunda değildi. Ne yapmak istediğini tahmin ediyordu. Yine de keyfini bozmak istemedi. Önünde duran muhteşem sonbahar güneşinin yansıdığı dağlara bakıyordu. Zahir tedirgin ve şaşkındı delirmiş gibiydi ne yapacağını bilmiyordu. Aklında geçeni biran evvel gerçekleştirip kaçıp gitmek istiyordu. Lakin Besna duruşunu hiç bozmadı. Başına neler gelebileceğini önceden tahmin etmiş her şeye de hazırlıklıydı. Besna bir metre ötesinde daireler çizerek dans eden benekli kelebekten gözlerini alamıyordu. Bir yandan da kelebeğin kendisini ateşin içine nasıl attığını düşünüyordu. Besna'nın kaderi de ateş topuna dünüşen kelebeğinkinden farklı değildi. Kelebek misali alevler içinde etrafında birkaç kez dönüp durdu.