Kitabın önsözünü yazarken hayatımın büyük bir bölümünü ilgilendiren inşaat mühendisliğine nasıl başladığımı yazmayı düşündüm. Bir ara tereddüt geçirdim İTÜ'den sınıf arkadaşlarım aklıma geldi acaba ne derler diye düşündüm. O sırada Robert College'in kurucularından Cyrus Hamlin'in kitabının önsözü gözüme ilişti: söyledikleri çok yabancı gelmedi: "It is a privilege and solace of age to go back upon the past and recount what has been as the future closes up and little remains to be achieved." (Gelecekten beklentilerin azaldığı kazanılacak ya da kazanmak için çalışılacak çok az şey kaldığı zaman yaşlılar için geçmişte olanları hatırlamak bir ayrıcalık bir teselli kaynağı olmaktadır.)
6 Mart 1933 tarihinde Ankara'da Samanpazarı'nda bir apartmanda doğmuşum. Yedi ay sonra Ankara'da Cumhuriyet'in onuncu yılı filimlerde gördüğümüz gibi büyük bir coşku ile kutlanmış. Annem babasının sık sık şehir değiştirmesi nedeni ile ilkokulu bitirememiş. Çok üzgündü. Belki bu yüzden bana ve kardeşime çok küçük yaşta okuma-yazma öğretti.
Bir gün annem beni ve kız kardeşimi ayakkabı almak üzere Ulus'a götürmüştü. Sokakta koşuşmalar oldu. Dükkân sahibi dışarı çıktı. Döndüğünde dükkânı kapatacağını söyledi. Ulus Meydanı'na yürüdük. Heykelin çevresinde ellerinde küçük siyah bayraklar olan insanlar koşuşuyordu. O zaman Atatürk'ü kaybettiğimizi öğrendik.
Atatürk'ü görmemiştim. Büyük Millet Meclisi'ne gideceği zaman Atatürk Bulvarına ellişer metre aralıklarla sivil polislerin dizildiğini arabasının Bulvar'dan hızla geçtiğini arkasında üstü tenteli bir arabanın geldiğini görürdük söylenenlere göre bu arabada bir makineli tüfek bulunuyordu.
Aralık ayında TBMM önünde büyük bir katafalk yapılmıştı Ata'nın naaşı oraya yerleştirildi başında kılıçlarını çekmiş dört general bekledi. Sonra Etnografya Müzesine nakil günü geldi. O dönemde babam Sümerbank Genel Müdürlüğünde çalışıyordu merasimi görmek için erkenden yola çıktık. Ulus Meydanı'nın çevresine kimseyi sokmuyorlardı. Uzun uğraşılardan sonra Sümerbank binasının arka girişine ulaştık. Orada da polis kordonu vardı girmemize izin vermiyorlardı. Ninem ufak tefek bir kadındı sesini yükselttiğini hiç hatırlamam. Kartal kesildi tiz bir sesle "Yaşarken göstermediniz ölüsünü de mi göstermeyeceksiniz ?" Birden orada bulunanların hepsi polisler dahil ağlamaya başladı. Kordon yasak kalmamıştı. Üst kattaki avluya çıktık bütün töreni izledik. Önce Cumhurbaşkanı Bakanlar Millet Meclisi Üyeleri yabancı misyon şefleri frak ve smokin giymiş olarak saygı geçişi yaptılar. O gün için gelmiş Alman bahriyelileri arkasından Yugoslav taburu geçti. Sonra naaş önünde ve arkasında askerlerin çektiği top arabasına konuldu. Matem yürüyüşü ile Etnografya Müzesine doğru yola çıkarıldı.
İlkokula 1 Eylül 1939'da başladım. Tesadüf bu ya o gün 2. Dünya Savaşı başladı. Okulda ilk gün İngiliz taraftarı Alman taraftarı tartışmaları dinledim. Eve gelince Babama sorduğumu hatırlıyorum: "baba biz hangi taraftayız?"
Annem okuma yazmayı erken öğretmişti ama ben solaktım. Birinci sınıfta çok sevdiğimiz bir öğretmenimiz vardı; ama sağ elimle yazdırmayı aklına koymuştu. Zor oldu; ama başardım. Yine de ikinci sınıfta sol ele dönmek büyük rahatlık oldu.
İlkokul üçüncü sınıfta İngilizce dersi olduğu için Maarif Cemiyeti Ankara Koleji'nin ilk okuluna gidiyordum. Ortaokul ve liseyi Ankara Atatürk Lisesi'nde okudum.
Daha ilkokula başlamadan ailecek Ankara Halkevi'nde Konservatuvar tarafından sahnelenen operalara giderdik. İlkokula başlayınca savaş koşulları ortaya çıktı. Nüfus kağıdıma ekmek karnesi şeker karnesi bez karnesi damgaları vurulmaya başladı. Geceleri uçaklar ışığımızı görmesin diye pencerelere renkli kağıt ile kaplardık.
Orta okulda sınıfmız 20-25 kişi idi. Öğretmenler bizimle yakından ilgilenirlerdi. Türkçe öğretmenimiz Ziya Kısakürek'ti çok muhterem bir kişi idi. Nasihatlerini hala hatırlarım. Bir yıl müzik öğretmenimiz Ruhi Su olmuştu. Liseye geçince 50- 60 kişilik sınıflarda okuduk. İki kişilik sırada üç kişi oturmaya mecburduk. Solaklığıma hürmeten bana sıranın solunda yer bırakıyorlardı. Lisede Cahit Okurer aruz veznini öğretti Biz de Orhan Veli Kanık'ın çıkardığı Yaprak'ı okuyorduk! Lise ikinci sınıfta Feyziye Aptullah Tansel Türkçe öğretmenimiz oldu. Ondan çok şey öğrendim.
Lisede iken Ankara Halkevi'nde yapılan atletizm antremanlarına katılıyordum. Antrenörümüz ünlü maratoncu Şevki Koru idi. Bir yaz tatilinde tornacılık-tesviyecilik öğrendim diğer bir yaz otomobil tamirciliği yaptım.
Orta okulda mandolin çalmaya mecbur tuttular. Fena da olmadı. Benim mandolinim hala duruyor. Ne var ki okulda bir maç sırasında sol elimin küçük parmağı yarıdan koptu. Mandolini bıraktım piyanoya başladım. Parmak egzersizleri ile eksiğimi gidermeye çalıştım. İnadına on parmak daktilo yazmasını öğrendim. Evde dedem mühendis babam mühendis ziyarete gelenler bizimkilerin gittikleri mühendis aileleri olunca konular hep mühendislik ile ilgili oluyordu. Babam karayollarında çalışırken bazen ben de ona takılırdım. Bu sayede yurdun birçok yerini orada yaşayan insanları yaşam koşullarını görmek olanağı buldum. Öyle kiLiseyi bitirdiğim zaman iki uç il Muğla ve Hakkari hariç hemen bütün Türkiye'yi görmüştüm. Çorum'da bir köye uğramıştık. Köyün ortasında yerden 1m kadar yükseklikte manda derileri ile kaplı aşağı yukarı 25 tonluk bir su deposu görmüştük. Yazın dereler kuruyunca su bu depodan sağlanıyormuş. O tarihte biz Ankara'da musluk suyunu içerdik. Şehir suyu o kadar temiz ve devamlı idi. O köy için çok üzüldüğümü hatırlıyorum. O zaman yol inşaatı çok farklı idi. Büyük taşlar uzun saplı çekiçler ile küçük taşlar haline getirilir kırılan taşlar üçgen piramit şeklinde yolun kenarında istiflenir. Sonra bu taşlar silindir ile sıkıştırılarak yolun alt tabakası oluştururdu. Daha sonra üstüne daha ince malzeme serilir sıkıştırılırdı. Önünüzde bir araba gidiyorsa tozdan durulmazdı.
Liseyi bitirdiğim yıllarda mühendislik en gözde meslekti. Bizden önceki yıl liseyi bitirenleri "lise bitirme" ve "olgunluk sınavı" notlarına göre üniversiteye almışlardı. Benim de notlarım iyi idi nasılsa girerim diyordum. Kayıtlara on beş gün kala "sınav yapacağız" demesinler mi! Doğal olarak belli etmesem de çok kızmıştım.
Gümüşsuyu binasında başladık. İnşaat Fakültesi'nin birinci sınıf dersleri çok kolay geldi. Sınavı kazanıp başlayanlar hep kendi liselerinin birincileri olduğu için üniversiteye gelince daha ileri düzeyde bir öğretim bekliyorduk; bulamamıştık. O tarihlerde sınıf arkadaşlarım Cahit ve Tahsin ile takılırdık.
Talebe Federasyonu Avrupa ülkelerindeki öğrenci kuruluşları ile anlaşarak bir Avrupa gezisi düzenlemişti. Öğrenci olarak en genç katılımcı bendim (Daha askerlik yoklaması yaptırmamıştım) yaşlılar da vardı. 30-35 kişi idik. Ankara Vapuru ile (Tabii ambarda seyahat ederek) Pire'ye Napoli'ye gittik. Napoli'den Münih'e gittik. Almanya'da çok güzel ağırladılar. Yaz olimpiyatlarının yapıldığı sahaya ünlü Neuschwanstein Şatosu'na Deutsches Museum'a gittik. Daha sonra yaz olmasına rağmen buz kestiğimiz bir tren yolculuğu ile Paris'e geçtik. St Lazaire Garı civarında bir yurtta kaldık. Sabahleyin kahvaltı fişini verdiğimiz "delikten" bir tepsi veriyorlardı. Tepsi de bir dilim ekmek bir dilim salam ve bir şişe şarap bulunuyordu. Su veya çay oradaki adetlere uymuyordu! Paris'te Opera'ya gittik. Seslerin duyduğu sahnenin görünmediği en üst balkonda bir süre bulunduk! Champs Elysees'de müzik dükkanına gittim kulaklığı taktım. Chopin'ın Fa bemol majör op 53 polonezini dinledim. Paris'ten sonra Nice'e gittik. Nihayet Marsilya'dan Tarsus vapuru ile İstanbul'a döndük.
Yaz tatillerinde şantiyelerde çalıştım. İlk tecrübem karayollarının Etimesut şantiyesinde oldu. O zaman Türkiye'de yapılan en geniş yolun yapımı bitti. Ertesi gün trafiğe açılacaktı. Gece iki motosikletin kafa kafaya çarpışmış olduğunu öğrendik! Bir yaz kızkardeşimle İngiltere'ye gittik. O Cambridge'de iken ben Londra'da olacaktım O Londra'da iken ben Cambridge' de olacaktım. Kalış süremi uzamak için ben onbeş gün bir "Farm Camp"ta çalıştım. Öğrenciler için düzenlenmiş muhteşem bir ekzersiz. Sabah iki ya da üç öğrenci bisikletlerle verilen adrese gidiyor saman kaldırıyor ekin biçiyor akşam kampa dönüp çadırda kalıyorduk. Haftada bir iki şilin de kazancımız oluyordu. Derken Youth Hostel Association'a üye oldum. Britanya'nın belki en güzel yerlerindeki gençlik yurtlarında kalarak "oto-stop" ile önce Cambridge'den başlayarak doğu kıyısı boyunca Edinburgh sonra batı kıyısı boyunca Iskoçya Wales ve güney İngiltere'yi gezdim. Esas gidiş nedenimiz olan İngilizce Dil Okulu'na gidince sen İngilizce biliyorsun istersen sana fonetik öğretelim dediler. Böylece hesapta olmayan; fakat çok yararlı bir eğitim gördüm.
Üniversite'de öğrenci olmanın bazı avantajları vardı. Askerlikten tecil ediliyordun. Bu olanaktan iki kez yararlandım. Birisinde North Wales'te Freemen Fox & Partners firması ile North Wales Hydroelectric Scheme projesinde çalıştım. Ertesi yıl Almanya'da Essen şehrinde Hochtief firmasının proje bürosunda (Plannung Abteilung) çalıştım. Farklı ülkelerde inşaat mühendisliği tatbikatını görmek çok yararlı oluyordu. Üniversite'den mezun olunca altı ay kadar PTT İnşaat Müdürlüğünde çalıştım. Güney'de yapılacak bir vericinin projelerin tamamlayıp ihalesini yaptım. Bir hafta gecikmeyle askerlik görevime katıldım.
Yedek subay olmak üzere müracaat ettiğimde bir mülakat yapmışlardı. Beni Genelkurmay İlmi İstişare ve Geliştirme Kurulu'na seçmişler. Biz okul olarak da Ankara'daki Ordonat okulunda kalacaktık. Bir yandan tank tamiri dersi alırken bir yandan da "operation research" "istatistik" "Nato" dersleri alıyorduk. Okul dönemi
bitince diğer arkadaşlar Genel Kurmay binasında göreve başlarken beni Hava Tüneli'ne gönderdiler. Orada ikisi de İTÜ Uçak Fakültesi mezunu birisi benim gibi yedeksubay diğeri orada görevli iki mühendis bir başçavuş o sırada Çekoslavakya'dan kaçmış bir mühendis vardı. Hava Tüneli 6 metreye 6 metre genişlikte içinde çalışır pervanesi olan subsonik uçak deneme tüneli idi. Ne yapalım diye dolaşırken bir pitot tüpü bulduk tünel kesitindeki hız dağılımını haritaladık. Bu çalışmamızı İlmi İştişare Kurulu Başkanı Fuat Paşa gördü benden orduda araştırma nasıl yapılır konulu bir rapor yazmamı istedi. Raporu yazdım bunun sonucunda NATO Science Committee' sinin kuruluş çalışmalarına katılmak üzere NATO merkezine Paris'e iki haftalık bir ziyaret çıktı.
Askerlik görevimi tamamlayınca Cambridge Universitesi Mühendislik Bölümü'ne başvurdum. Mühendislik Bölümü'ne ve Cambridge'in en eski koleji Peterhouse'a kabul edildim.
Cambridge bir çok bakımdan çok şey kazandırdı. Çelik inşaat alanındaki son gelişmeleri öğrendik. Zemin Mekaniği Laboratuvarında araştırmalarda görev aldım. Bir çok dost arkadaş kazandım. Eşim ile orada tanıştım evlendim. O Newnham College'de Fellow'du. Üniversitenin psikoloji laboratuvarında deneyler yapıyordu.
Sonra İstanbul'a döndük. Zemin Mekaniği Kürsüsü'ne asistan olarak girmek üzere Ord. Prof. Dr. Ing Hamdi Peynircioğlu'ndan randevü aldım. "Perşembe günü gel" dedi. Perşembe sabahı radyoyu açtık. "114 115" sayılı kanunlar yayınlanmış 147 öğretim üyesinin ilişkisi kesilmiş rektörler dekanlar istifa emiş yeni bir kanun yayınlandığı için yönetmeliklerin değişmesi gerekiyormuş. Bu durumda asistan atanmam yapılamıyordu. Üç ay atanmadan devam ettim bu arada Ord. Prof. Dr. H. Peynirciğlu yönetiminde doktora çalışmasına başladım. Deneylere saat 8'de başlıyordum. Gece 3'te bitiyordu. Üniversiteye portatif bir yatak getirmiştim biraz istirahat ettikten sonra vapurla Kadiköy'e geçip eve uğruyordum. Kahvaltı edip tekrar laboratuvara dönüyordum. Deneyler bittikten sonra deney sonuçlarının değerlendirilmesi şekillerin çizilmesi zamanımı aldı. O zamanki teknolojiye göre tezin mumlu kağıda yazılması aydıngere çizilmiş şekillerin ozalite çekilmesi
gerekiyordu.
Doktora tez sınavımda hocam Ord. Prof. Dr. Ing Hamdi Peynircioğlu Prof. Dr. Mustafa İnan Prof. Dr. Bekir Postacıoğlu vardı. Sınavın başında Prof. Dr. Mustafa İnan' ın "ne soracağız? diye tartışmaları açtığını hatırlıyorum. Hamdi Bey "Her şeyi sorabilirsiniz!" dedi. Sonra onlar sordu ben cevap vermeye çalıştım. 45 dakikalık sınav oldu: 2 saat 45 dakika! Orada yapılan tartışmalar doçentlik tezimin konusunu belirledi. Doktora Tezim yumuşak killer üzerinde idi; katı kil olursa neler değişir konusunun cevabını doçentlik tezimde 140 tan fazla deney yaptıktan sonra vermeye çalıştım.
O zamanki kurallara göre doktora tezi kabul edildikten sonra beş yıl beklemek gerekiyordu Beş yıl bekledik sonra "doçent"olmak için başvurduk. Doçent oldum Kadroya geçmek için bekledim. Aradan beş yıl geçtiken sonra "profesör" olmak için başvurduk. Kitap yazdık ikinci yabancı dil sınavını geçtik. O zamanın usulüne göre "üçlü kararname ile" profesör oldum (1973). Bu beklemeler yasal süreler nedeni ile idi; benim bir kusurum olmadı!
1 Mayıs 1982'de bir telefon aldım. Gerisini Boğaziçi Üniversitesi anılarımda okuyabilirsiniz.
Şunu tekrarlamam gerekir ki bütün akademik ve yöneticilik yaşamımda mesleğimle ilişkimi kesmedim. Bu konuda Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya şirketinin projelerinde çalıştım. Aklımda kalanlardan biri: İskenderun mendireğini kademeli yükleme metodu ile yaptık. Müzvarda su derinliği 12 m müzvarda mendirek yüksekliği 12m idi. Kademeli yükleme ile "Kritik Zemin Mekaniği" teorisini kullanarak tamamladık. Benzer yöntemle Alsancak Mendireğini yaptık. Yeni Galata Köprüsünün zemin incelemelerinden yapımına kadar emeğim geçti.
Son yıllarda yurdumuzda yapılan birçok projede görev aldım. Her proje yeni bir tecrübe idi. 1976'da Şeker Şirketi'nin bir projesi ile ilgili olarak gitmiş olduğumuz Diyarbakır'dan İstanbul'a dönerken uçağımız kaçırıldı bilet almadan (Prof. Dr. Necati Acun ve Prof Dr. Ahmet Sağlamer ile birlikte) Beyrut'a indik. Uçakta Oxford'un Türkçe-İngilizce İngilizce-Türkçe sözlüklerinin tashihlerini yapıyordum. Kağıdın kenarına uçağımız kaçırılıyor yazıvermişim. Sözlüklerin ilk baskılarının önsözlerinde kaçırılmam tarihe geçmiş oldu.
Zemin Mekaniği ve Geoteknik Mühendisliği alanında birçok öğrenci yetiştirdim. Zaman zaman onların gelişmeleri ile ilgili haberleri duymak beni mutlu ediyor.
Zeminlere ve zemin mekaniği ile ilgim hala canlı ve böyle bir meslek seçtiğim için mutluyum.