Oktay Akbal'ın denemelerim okurken şöyle bir soru gelir takılır aklınıza: Yazmak bir erdem midir? Sözgelimi erdem üzerine düşünen ilk filozof olarak bildiğimiz Sokrates hiç yazmamıştı. Yazmak düşünmenin akışını kesintiye uğratan düşüneni yolundan alıkoyan bir duraksamaydı onun için. Yazmanın bir erdem olduğu söylemi ilk kez onu bir düşünme aracı insanı evrensel değerlere yükseltecek bir yaşam tarzı olarak gören Helen düşüncesiyle ortaya çıktı. Sözle yetinmeyen tekil bir varoluşun yeni adresi oldu yazı. Montaigne'de ise kişinin kendini keşfe çıktığı; tanımaya anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı; bunu yaparken j de kendini yeniden var ettiği bir bilinçle tanıştı. Deneme kendi olma bilincinin yazıya yansıyan ifadesiydi bir bakıma. Bu bilince Aydınlanma düşüncesiyle birlikte dünyalı olmanın bilinci de eklenecekti. Yazar artık her şeyden önce bir dünya yurttaşıydı; yazı ise bu dünyaya açılmanın başlıca kanalı... O halde başta sorduğumuz soruya şöyle bir yanıt verebilir miyiz? Yazmak bir erdemdir eğer kendini bilerek evrensel değerler ışığında dünyayı kendisine mesele edinerek yazan bir yazarı varsa... Tıpkı bir Ataç bir Eyuboğlu bir Günyol bir Fuat bir Akbal gibi... ' Oktay Akbal'ın denemeleri bir edebiyatçının kendisini edebiyat çevresini anlatan tanıtan yazılar değildir yalnızca: Bunlar yurdun dört bucağına yayılmış aydınlara; emekçilere güzeli iyiyi doğruyu haklıyı tanıtan; onların dünyalarım zenginleştiren; aydınlanmanın yolunu yordamını gösteren bir ışıktır.
Konur Ertop