Acaba katiller sanatçılar ve teröristlerin birbirlerine ihtiyacı mı var? Biri olmadan diğeri varlık koşullarını önemli ölçüde yitiriyor mu? Frank Lentricchia ve Jody McAuliffe Katiller Sanatçılar ve Teröristler'de sanatsal yaratıcılık ile şiddet hatta politik terör arasındaki rahatsız edici yakınlığı ele alıyorlar. Tartışmaya ABD'yi sarsan 11 Eylül saldırılarıyla başlıyorlar. Besteci Karlheinz Stockhausen'in Dünya Ticaret Merkezi'nin yıkılışını büyük bir sanat eseri olarak tanımlamasıyla ortaya çıkan skandalı ayrıntılı olarak çözümleyen Lentricchia ve McAuliffe politik aşırılık ve avangard sanatsal hareketlerin en azından son iki asırdır nasıl birbirlerini beslediklerini göstermeye girişiyorlar. Katiller Sanatçılar ve Teröristler birçok romantik edebi görüşün altında Batı'nın dehşet uyandırıcı ekonomik ve kültürel düzenini yok etme arzusunun bulunduğunu açığa çıkarıyor. İlginçtir ki terörizmin de arzusu aynı...
Lentricchia ve McAuliffe bu romantik ve yıkıcı geleneğin bayrağını suçlularla teröristlerin devraldığını iddia ediyorlar. Yazarların geleneklere aykırı yaklaşımı Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı ile Martin Scorsese'nin Komedi Kralı'nı eleştirirken Bret Easton Cornell ile Unabomber arasında bağ kuruyor. Yazarlar Don DeLillo Joseph Conrad Francis Ford Coppola Jean Genet Frederick Douglass Herman Merville J. M. Synge ve daha birçok yazarla film yapımcısı arasındaki kurgusal diyaloglar aracılığıyla sanat kültürünün ne kadar da umutsuz olduğunu anlatmayı hedefliyorlar. Kitap Heinrich von Kleist ile 11 Eylül saldırısının faillerinden Muhammed Atta arasındaki kurgusal bir sohbetle sona eriyor. Bu sohbet aslında "Kuzey-Güney" "Merkez-Çevre" "Batı-Doğu" ayrımlarında ifadesini bulan bir ilişkiyi de açığa çıkarıyor. Merkezle çevre ülkeler arasındaki çatışmaya ayrıntılı bir şekilde değinilen kitapta emperyalizmin yayılmacılığının ardındaki "hayranlığa" vurgu yapılıyor: "Conrad'ın Avrupa emperyalizminin amaçlarını tasvir etmek için kullandığı çarpıcı ifadeye göre ('iğrenç olana duyulan hayranlık') Batı 'iğrenç' addettiği şeye (Doğu'ya) duyduğu 'hayranlık' yüzünden kaçınılmaz olarak kendi sorunlarını Beyrut'a ya da Vietnam'a taşır.