Ağustos ayının yakıcı güneşi etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştı. Minareden hocanın çıplak sesle okuduğu ikindi ezanı deniz tarafından esen ılık bir meltemin etkisiyle dalga dalga köyün her bir köşesine yayılıyordu. Bu aylarda öğleden sonraları esen rüzgâr büyüklerin deyimiyle "ölüm uykusuna yatmış" herkesi tüm canlıları ferahlatırdı. Uzun günün biriktirdiği ne kadar sıcaklık ne kadar gevşeklik varsa bunları tüm canlıların üzerinden sıyırır atardı. Çarşı önündeki kahveci Kupil Mustafa Çınarlı Çeşme'den doldurduğu testisini kolunun arasına alıp içindeki suyun birden akmasını önlemek için eliyle ağzını tutarak çabuk ve atik hareketlerle kahvesinin önünü suluyordu. İlerlemiş yaşına rağmen son derece dinç ve hareketli bir adamdı. Çay yedeğinin (demlik)
altındaki odun ateşini saatler önce yakmış oluşan kömürü yan tarafa çekerek üzerine konulacak kahve fincanları için hazır hale getirmişti. Bütün gün güneşten kavrulmuş kızgın toprak suyla buluştuğunda hafiften bir toz havalanmış olur. Ama akla gelebilecek hangi hoş koku olursa olsun bu ıslanmış kızgın toprak kokusunun yerini tutamaz