Neriman ve Songül karşılıklı oturan iki komşunun küçük kızlarıydı. Daha küçük yaştan beri birbirine candan bağlı bir arkadaşlık kurmuşlardı küçücük yürekleriyle... Onların arkadaşlıklarına şahit olanlar ikisini de kardeş sanırlardı.
Yörede gelenek olan küçük tahta gemiciklere mum dikip dereye bırakma âdetinde kimse onlara ayrı gemilere mum diktiremezdi. "Biz ancak ikimiz aynı gemiciğe mum diker dereye öyle bırakırız." diye tutturur asla da vazgeçmezlerdi. İyi dileklerle dereye bırakılan mumlar ne kadar yıkılmadan ilerlerse âşıkların aşklarının dostların dostluklarının o kadar uzun süreceğine inanılırdı yörede. Elbette bu bir hurafeydi ama yıllarca süregelen gelenek hiç bozulmadan böyle devam edip giderdi.
Akşamüzeri derede ışıl ışıl yanan mumların görüntüsü öyle güzel olurdu ki... Tıpkı gemiciklerine diktikleri iki mum gibi dostlukları da hiç yıkılmadan ve bozulmadan çok uzun yıllar devam etti. "Sana canım feda..." diyecek kadar da güçlüydü üstelik... Ve ikisi de büyüyüp evlilik çağına gelmişlerdi artık...
O günlerde köye yol yapımı için gelen genç yakışıklı bir mühendise fena halde âşık olan Songül pembe hayaller kurmaya başlamıştı. Fakat hiç ummadığı bir şey olmuş ve Neriman'ın genç mühendisle gönül bağı olduğunu duymuştu komşularından. Beyninden vurulmuşa dönmüş ve nefes nefese koşup soluğu Neriman'ın kapısında almıştı... Neriman'ın soruları karşında ezilip büzüldüğünü görünce yüreği titredi. Sustu ve daha başka bir şey diyemedi. Eve gitti büyük bir hayal kırıklığıyla... Dünyası yıkılmıştı sanki. "Kardeşim..." dediği canını uğrunda gözünü kırpmadan vermeyi düşündüğü arkadaşı nasıl böyle bir şey yapabilirdi ki?