"Başı omuzlarının arasına çöktü. Metin'in duvarında asılı "en dip noktamız" dediği fotoğraf düştü aklına. O fotoğraftaki esir Türk subayı gibi hissediyordu kendini. "Ben de en dip noktadayım" dedi kendi kendine. Bakışlarını sapladığı yere rüzgâr bir çınar yaprağını sürükledi. Gözü kaydı yaprağa. Rüzgâr bir kez daha esince nazlı nazlı ayaklarının dibine savruldu. Çınar yaprağını yerden alıp baktı. Allah'ın sanatına hayran olmamak mümkün mü?.. Yaprağın üstünde her mevsimden bir iz var. Yaprağın bir kanadı canlı bir yeşildi. Ortalara doğru ilerledikçe yeşil soluyor sarıya dönüyordu. Diğer kanada vardığında sararmalar artıyor ve tel tel dökülmeler başlıyordu. Bir yaprakta dört mevsim yaşanıyordu. Başka zaman olsa farkına bile varmayacağı belki de çiğneyip geçeceği bu yaprağı kendine benzetti. Bir yanı Mustafa'lar Şeyma'lar; bir yanı Abbas'lar Cemil'ler; bir yanı Metinler Ahmet'ler Hikmet'ler; bir yanında ise Eflin'ler Hatija'lar Beşir'ler... Birden zihninde yankılandı o şiirin son kısmı:
"Her geçen gün dünü aratıyorken bana yarınlara umut bağlamak ne acı..."
Sanki bu anına yazılmıştı..."
Bu eser giriş ve gelişmesi henüz yazılmayan bir hikâyenin sonucudur. Enkaza dönüşmek üzere olan muhafazakâr mahalleye içsel bir eleştiridir.
Biraz hayat biraz ölüm.
Her yanıyla insan.
Bir yaprakta dört mevsim yaşayan.
Biraz Suriye fazlaca Balat...
Kim bilir belki de umut...