Ağır ama güçlü adımlarla köprüye doğru yürüdüm; yürürken sımsıkı sıktığım yumruğumu öbür elimin avucu içine vura vura: Ben yalnız değilim! Ben yalnız değilim! diye tekrarlıyordum soluğum altında. Ben yalnız değilim! Bunu yalnızca kendime değil üstünden geçtiğim yollara çamlara çimlere kayalara söylemek uçurumların ucunda durarak avaz avaz göklere haykırmak istiyordum... Ben yalnız değilim! Eti etimden kanı kanımdan biri olacak yanı başımda. Haksız suçlamalara uğradığım zamanlarda suçsuzluğumu savunacak biri olacak yanı başımda. Yeniden gurbet yollarına düştüğüm takdirde benimle birlikte yürüyecek; öfkemi ve hüznümü anlayacak biri olacak yanı başımda. Yürüdüm yürüdüm. Bayırı tırmandım. Bayırı indim. Ormanda meşe ağaçları arasında yürüdüm. Irmağın kıyısında dizlerimin üstüne çökerek soğuk suyla yüzümü yuvdum; başımı gökyüzüne kaldırarak esintiyle güneş ışıklarıyla yüzümü kuruladım; ve barakaya yeni bir insan olarak döndüm. Magdalena yenileştiğimin farkındaydı: vücudunun karşıtı bir mutlulukla baktı yüzüme. "Mutlu musun?" diye sordu. "Mutluyum" dedim.