Ne zaman yeşil bir otlak görsem baharın çayıra saldığımız atlarımızın ot yiyişleri gözümün önüne gelir. Sonra Fethiye'ye tepeden bakan Mendos Dağı'nda yetişen dallarıyla sağa sola kanat geren ardıçları kokulu geyik elmalarını altında yağmurdan korunduğumuz köknarları kara ardıçları dallarından ellik kaşık yaptığımız sandalları alnımızı yapraklarıyla süslediğimiz defneleri yeşilinde dinlendiğimiz dişbudak ağaçlarını anımsarım. Yok oluşların keçiye kurban gidişlerinin acsını yaşarım. "Bu ağaçlar yok olurken sen hangi cehennemdeydin?" diye kendimi sorgular yapanlara devletin maaşlı memuru olup da korumayan orman muhafaza memurlarına şefleri orman mühendislerine "kargışlar" okurum.
Kentlerde otursam da yüreğim gönlüm dağlardadır. İstedim ki bu yazdıklarımla yetiştiğim topraklara kendi insanıma atalarıma öğretmenlerime karşı borcumu biraz olsun ödemiş olayım.
Yok olan ormanların nesli tükenen yaban hayvanların harıl harıl akarken kesilen suların acsını -köyüme- her gidişimde yaşarım. Babamın diktiği ağaçların susuzluktan kuruduğunu görmek içime sızılar saldı. Oysa daha yirmi yıl önce köyümün arıklarında su etrafına taşarak akardı.
Sevincim çocukluğumuzda dikip dibine su verdiğimiz çam fidelerinin koruluğa dönüşmesi. Dikilen aşılanan zeytinlerin köyümüzü zeytin denizine dönüştürmesi...
Dileğim Mendos Dağı'nın ülkemin tüm dağlarının yeşile dönüşmesi yaban hayatın kuşların ağaçların yeniden hayat bulması. Arıklarda suların yine etrafına taşarak coşkun akması!..