Yine bir bağbozumu. Eylülün en güzel zamanları. Güneşin insanları kasıp kavurmadan ısıttığı rüzgârın ılık ılık estiği bir sonbahar mevsimi. İşçilerin hummalı çalışmalarıyla umutların yeşerip hayallerin gerçekleşmesinin beklendiği bir hasat zamanı. Aygül kasabanın tenha mahallerinden birinde ahşap tavanın altındaki yatağında odanın boğucu sıcağına aldırmadan derin bir uykuya dalmıştı. Annesinin sabahın erken saatlerinde düştüğü telaştan habersiz renkli rüyalar görmekteydi.
Uyku mahmuru gözlerini henüz aralanmışken annesinin peş peşe verdiği talimatların yarısını ancak işitmişti. Hafize sultan kocası hayattayken de böyle emirler yağdırır bir dediğini iki ettirmezdi. Bunca mum tutturmaya dayanamadı zavallı adam. Bir akşamüstü kalbi duruverdi.
Nuray Sume yaşamın içinden süzülüp gelen öykülerle okurun karşısına çıkıyor. Yazar öyküyü yüksek perdeden; sarsıcı büyülü atmosferlerle değil hayatın sıradanlığı nahifliği içinde anlatmayı seviyor. Hikâyeyi umudu yanı başında taşıyan karakterlerle örüyor. Kimi zaman kentli kimi zaman kasabalı; kadınlar genç kızlar meczuplar yaşlılar çocuklar. Kalemden yaşam suyunu çeken bunlardan hangisi olursa olsun ölüme değil varlığa nefrete değil sevgiye tutunan karakterler oluyor. Yazar kullandığı lirik dil yoluyla da okuru hızlıca metnin içine çekmeyi başarıyor...